Selanikte Aşk

SELANİKTE AŞK


Ahmet uzun zamandır planladığı tur programını imzaladıktan sonra kuş gibi hafiflemişti.
Elindeki sözleşme zarfını çantasına attıktan sonra hem sözünü tutmuş olmanın verdiği
iç huzurla hem de kendisinden çok sevdiği hayat arkadaşına doğru yol almaya başladı.
Sultanahmet meydanında her zamanki buluşma yerine geldiğinde yüzü gülümsedi.
Canından çok sevdiği Aynur’una her zamankinden daha sıcak ve içten sarıldı.
Sultanahmet meydanı bildiğiniz gibi cıvıl cıvıl insanlarla doluydu.
Herkes bir yerlere yetiliyor gibiydi, kimse içinde yürüdükleri parkın içinde yeni açan
çiçekleri ve özellikle rengarenk taze gelin gibi süzülen lalelerin güzelliklerini fark
edemiyordu.
Parktaki ağaçlarda kuşlar birbirileri ile karşılıklı serenat halindeydi,
Sanki insanlar dışındaki tüm canlılar yeni açmış kırmızı, beyaz, sarı, mor lalelerin ihtişamını
fark etmiş gibiydiler.
Hava bildiğimiz Nisan ayı havasıydı, insanlar koşuşturmaya devam ederken, doğanın
kendilerine sunduğu güzellikleri hep sonraya erteliyor, hayatlarını bu şekilde
özensiz ve mutsuz ederek devam ediyor ve öteliyorlardı.
Belediyenin temizlik görevlisi elindeki süpürge ile yerden topladığı sigara izmaritlerini çöp
kovasına atarken, içinden mırıldandığını belli ediyordu.
Kim bilir yorgun bedeni neye tahammül edemiyordu.
Aynur hoş geldin sevgilim, seni çok özledim nerde kaldı diye söze başladı.
Yüzünde huzur ve sevginin pırıltıları ayaklanmış dans ediyordu.
Ahmet gecikmedim ki, koşa koşa sana geldim hayatım.
bende seni çok özeldim diyerek katıldı söze.
Sana bir sürpriz yapacağım demiştim ya diye devam etti.
Aynur’un heyecanı katlandı,
sevinçten olsa gerekti yanakları kıpkırmızı oldu.
Heyecanlanınca hep öyle yanakları kızarırdı, bu ilk değildi.
Ahmet hazır mısın sevdiğim dedi!
Aynur ürkek bir kuş gibiydi, ne diyeceğini düşünmeden evet deyiverdi.
Yunanistan’a Selanik şehrine gidiyoruz, tur operatörü ile bugün sözleşme imzaladım
müjdemi isterim dedi.
Aynur’u görmeniz lazımdı, havalara uçtu. Selanik en çok gitmek görmek istediği şehirdi.
Birden evden nasıl izin alırım telaşı dolaştı zihninde ve bedeninde.
Acaba babası ne derdi? İzin verir miydi!
Ama hızla aklına giren telaşı aynı hızla çıkarıp atıverdi zihninden.
Nasıl olsa annem bir yolunu bulur babamdan benim adıma onay alır dedi içinden.
Zaten babası da hayır demezdi sonuçta kızı babasının doğduğu topraklara gitme istiyordu.
Bu muhteşem anı olumsuz düşüncelerle yıkmak istemiyor, yüzü gülüyordu.
Neden Selanik şehrini istiyordu? Neden Ahmet ile tanıştıklarından bu yana ısrar ediyordu,
kimse tahmin edemiyordu.
İlla Selanik diyordu başka da bir şey demiyordu.
Oysa etrafındaki bütün arkadaşları yurt dışı seyahati deyince ilk önce akıllarına Paris,
Londra, Roma gibi şehirleri sığdırıyorlardı.
Hatta Aynur’a biraz eski kafalı muamelesi de yaptıkları oluyordu.
Oysa Aynur Selanikli olan dedesinden o kadar çok hikaye dinlemişti ki,
kafasında, hayalinde kocaman bir Selanik şehri kurmuş onunla dolaşıyordu.
Köklerinin izlerinin peşinden gitmek istiyordu,
anne Selanik mübadele muhaciriydi,
Babasının ailesi ise küçük yaşlarda dedesi ile zor bela anavatana göç etmiş bir başka
muhacir aile idi.
Aynur’u belki kimse anlayamıyordu ama o her şeyin farkındaydı.
Kafasında, her şeyi nedenleri ile birlikte sıralıyor hep Osmanlının Selanik şehrini
düşünüyor hayal ediyordu
Bir nedeni daha vardı Selanik şehrini görmek için.
Ama onu kimseyle paylaşmıyordu.
Kendi kendine söz vermişti Aynur. Selanik’i görmeden bu sırrını kimseyle paylaşmayacaktı.
Aynur bunları düşünürken, Ahmet’in  sesi ile gerçek dünyaya dönüverdi.
Hayatım pasaportun var mıydı senin? Yoksa, hemen bugün işlemlere başlayalım, vize
başvurusu için geç kalmayalım dedi.
Aynur kafasını evet anlamında aşağı yukarı salladı. Sonra sözle devam etti konuşmaya
Geçen yılı hatırlasana hayatım dedi. bu konuyu konuşmuştuk ve sende baa söz vermiştin.
Hatırladın mı canım, diyerek Ahmet’in elini sımsıkı tuttu.
Ahmet sevdiğinin sıcacık elini avucunun içine alınca bir hoş gülümsedi, içi kıpır kıpır oldu,
bu heyecandan güç alarak sevdiğinin yanağına bir öpücük konduruverdi.
Öpücük Aynur’un yanaklarını gene elma alına dönüştürüverdi.
Ahmet tamam hatırladım dedi, ve bir eliyle Aynur’unun beline kadar olan saçlarını
okşayarak mutluluğuna ortak oldu.
Aynur sormadan Ahmet benimde pasaportum var, biliyorsun dedi.
Tatlı tatlı tebessüm ederek kendi sorduğu soruyu cevapladı; geçen yıl ailecek doğduğumuz
topraklara, ata yurdumuza Bulgaristan’a giderken çıkartmıştık biliyorsun dedi.
Ahmet’in ailesi de Bulgaristan Eski Cuma Boğazkesen Köyü muhaciriydi.
Onlar daha yeni anavatana göç etmek zorunda kalmışlardı.
Zalim Jivkov rejimi 1989 yılında yüzbinlerce Bulgaristan Türkünü apar topar Türk sınırına
koyuvermişti.
Ahmet’in Babası onları ailecek tekrar kimlik ve pasaportlarını yenilemek için Bulgaristan’a
götürmüştü.
Balkan Türkleri kaybedilmiş topraklarımızın aziz hatırlarıydı. Lakin hiç kolay değildi bu aziz
hatıraları anlatmak anlamak ve o çileleri yaşamak.
Yaşayan çeken biliyordu. Damdan düşenin halinden damdan düşen anlıyordu.
Belki bu yüzden Aynur ile Ahmet koca fakültenin içerisinde birbirilerini buluvermişlerdi.
Ahmet Bulgaristan da doğmuş altı aylık bebek iken ailesi ile birlikte ata yurdundan
anavatana resmen kovulmuştu.
Ailesinin çektiği çileleri ancak daha sonra anne babasından dinleyerek büyüdü.
Dedesi ve baba annesi hala Bulgaristan da ki köylerinde ikamet ediyorlardı.
Geçen yaz ilk kez anne baba ve kardeşi ile gittiklerinde evlerinin olduğu köyü görünce hem
çok sevinmiş hem de hüzünlenmişti Ahmet.
Boydan boya yemyeşil olan köyümde büyüseydim, nasıl olurdu, neler yaşardım ne kaçırdım
acaba diye düşünmüştü ilk kez.
Muhacir çocukları çok iyi bilirler ”Ateşten gömlek ne demek” evini barkını bahçeni apar
topar bırakıp gitmek ne demek, o yüzden onların içlerindeki hasretler ve özlemler hep
yarımdır, eksiktir ve buruktur içleri.
Ata topraklarına gitseler anavatanları Türkiye gözlerinin önünden akıllarından gitmez;
Türkiye de olunca ise muhabbet hep oradan, memleketten açılır, bir türlü bitmek bilmez
sohbetleri.
O yüzden iki muhacir evladı bir araya gelse ne konuşurlar diye merak edenler olursa diye
söyleyelim dedim.
Hep memleket, her an memleketin dağları ovaları dereleri konuşulur,
Bulgaristan göçmeniysen eğer, Deliorman maceraları, Dobruca ovaları, Rodop dağları,
Kırcaali doğası tekrar tekrar anlatılır da bitmez iyileşmez sevdaları.
İşte belki bu yüzden Balkanlar’da Türk ve müslüman olmak zordur. Balkanlarda Türk olmak
demek hep yolda olmak demektir; Türk olmak demek mücadeledir, azimdir, sabırdır…
Balkanlarda Türk olmak yürek ister, sabır ister, durmadan usanmadan çalışmak didinmek
ister, ister de ister sonu gelmez isteklerin.
Ahmet sevgilisine dönerek, karnın acıktı mı, yemek yiyelim, hem seyahat planımızı
konuşuruz ne dersin diye sordu?
Aynur sabah Ahmet’imle bulacağım diye kahvaltı etmeden evden çıktığı için kurt gibi
Acıkmıştı, hemen davete icabet etti.
Olur ben çok açım diye yanıtladı sevdiceğini.
Zaten Sultanahmet’teyiz dedi Ahmet, Aynur anlamadı,
Anlamayacak ne var hayatım, Meşhur Sultanahmet köftecisi varken başka yer olmaz dedi.
Zaten meşhur köfteci yolun karşısında onları bekliyordu.
Aynur hadi hemen gidelim karnım gurulduyor diye atıldı.
Köfteler piyaz, salata ayranlar eşliğinde sipariş edildi.
Yemek muhabbeti belliydi zaten,
Tur programı ve tarih kesindi.
Mayıs ayının üçünde Cuma günü İstanbul’dan kalkış, ayın beşi pazar günü dönüş olarak
sözleşmede belirtilmişti.
Cuma cumartesi ve pazar günü üç gün sürecekti program.
Aynur ve Ahmet gelen yemekleri yemiş olmalarına rağmen,
seyahat planları henüz bitmemiş her ayrıntı kaçırılmasın diye özenle devam
ediyordu.
Garson çok güzel tatlılarımız var yanında çay ikramımızdır diyerek çok uzayan seyahat
programı tamamlatıvermişti.
Ne tatlı ne de çay istemiyorlardı, garsona teşekkür ettiler ve hızlıca toparlanarak köfteci
dükkanından çıkarak okulun yolunu tuttular.
Seyahat tarihine daha bir ay bir zaman vardı,
ama, ikisi de bir an önce bu tarihin gelmesini iple çekiyorlardı nedense.
Aynur sürprize  çok sevinmiş görünüyordu ama Ahmet’in  gerçek sürprizi bu
değildi.
Onu Selanik’e saklamıştı.
Aynur ise çok güzel bir sürpriz oldu benim için diyerek hızlı adımlarla okula yetişmeye
çalışıyor ve sımsıkı tuttuğu, gelecek planladığı eli hiç bırakmayacakmış gibi daha sıkı
kavrıyordu.
Ahmet hızlı adımlarla derse yetişmeye çalışırken ince sürpriz planın detayları için ayrı
planlar peşindeydi.
Her şey çok güzel olmalıydı, plan kusursuz işlemeli diyordu içinden.
Muhteşem olacaktı her şey, Ahmet sen bu işlerin adamısın diyordu kendi kendine.
Aynur sevdiğinin kolunda adet yürümüyor, pembe bulutlar üzerinde uçuyormuşçasına derse
doğru yetişmeye çalışıyordu, ama ders falanda çok umurunda değildi aslında.
Aynur yol hiç bitmesin biraz daha uzasın düşüncesi ile ilerlerken Ahmet iyi dersler hayatım
diyerek bırakıverdi Aynur’un elini.
İstanbul Üniversitesinin fen ve edebiyat fakülteleri yan yanaydı. Sultanahmet’ten
Vezneciler yürüyerek 10-15 dakika mesafedeydi, ve zaman kimilerine göre geç
kimilerine göre erken sayılıyordu.
İyi dersler hayatım çıkışta beni bekleme yarın görüşürüz dedi Ahmet sevdiceğine.
Yanağına bir öpücük kondurmayı da ihmal etmedi her zamanki gibi.
Aynur kendi binasına girene kadar en az iki kez arkasına dönüp Ahmet’ini bir kez
daha görürüm ümidiyle bakmıştı ama görememişti.
Günler akıp gidiyordu…
Ahmet ve Aynur ikisi de son sınıf öğrencileri idi.
Ahmet kimya bölümünde okuyordu, çok zor bir bölümdü, ailesine daha fazla yük
olmadan dört yılda mezun olmaya çalışıyordu.
İşi hiç kolay değildi fakat başarmak zorundaydı.
Aynur aynı üniversitenin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde okuyordu, oda son sınıf
öğrencisi olduğu için mezun olmayı kesin kafasına koymuştu.
Çok enteresan bir ilk tanışma maceraları vardı.
İkisi de daha birinci sınıfa yeni kayıt olmuş iken tesadüfen tanışmışlardı.
Beyazıt Sahaflar Çarşısında Ahmet kendi bölümü ile ilgili bir ders kitabını ararken Aynur’la
bir kitapçı dükkanında tanışmışlardı.
Kitapçıdaki satıcı Ahmet’in göçmen olduğunu şivesinden anlamış, aynı şive ile
karşılık vermişti
Ahmet kitabın fiyatını sordu,
Seksen lirayı duyunca
Çok pahalı bu be ya nasıl tamamlayacağız biz bu kitapları bu pahalılıkta diye isyan
edince
Yok be ya dedi satıcı, iskontolu fiyatını söyledim sana, yoksa daha pahalı be ya.
İşte tam o sırada dükkandaki diğer bayan müşteri elindeki kitabı göstererek fiyatını
sormuştu.
Ahmet satıcı ile aynı anda sesin geldiği tarafa yönelince, Aynurla göz göze geldiler.
Daha önce hiç tanışmamış olmalarına rağmen Ahmet içinde bir şeylerin titrediği hissetmişti
Satıcı olan bitenin farkında değildi, lakin Ahmet’e olanlar olmuştu.
Kumral saçlı ela gözlü bu güzel kızın etkisine girmişti adeta,
Kız kitabı alıyorum diyerek parasını uzattı, satıcının poşete koyduğu kitabını alarak iyi
günler dedi dükkandan ayrıldı.
Ahmet’in donup kaldığı anlardı bu anlar.
Hemen toparladı kendisini, satıcıya ben tekrar geleceğim diyerek fırladı çıktı kapıdan.
Güzel kızın gittiği tarafa yöneldi, kız iki dükkan ötede elinde beğendiği başka bir
kitabı inceliyordu.
Ahmet oh dedi içinden, ya kaybolsaydı ben ne yapardım, sonra nefesini ayarlamaya çalıştı.
Bir yolunu bulup kızla diyalog kurmalıydı ama nasıl ?
Kızın durduğu kitapçının yanına geldi,
Eline bir kitap aldı, çevirdi arkasındaki fiyatına baktı, sonra of bu ne be ya dedi , çok
Pahalı bu kitaplar,
Kız bu şiveyi duyunca, hafif bir tebessüm etti.
İçinden bizden biri diye geçirdi.
Kız yanındaki genci fark etmiş gibi davrandı,
minik bir tebessümle kafasını çevirerek; hangi kitabı alacaktınız çok pahalı
geldi demez mi!
Ahmet’e gün doğmuştu, bunu hemen fırsata çevirmesi gerekiyordu.
Sormayın dedi. Kimya bölümünün kitapları çok pahalı ne yapacağım bilemiyorum.
Kız merak etmeyin bende Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne kayıt oldum bizim kitaplar da
sizin kitaplardan farklı değil, ama almak zorundayız başla çare yok dedi.
Kitap dükkanın sahibi de istemeyerek konuşmalara şahit olmuştu.
İki öğrencinin de durumunu anlayışla karşıladı.
İsterseniz dedi aynı kitapların ikinci elleri de var, ben durumu sıkıntılı olan öğrencilere
teklif ediyorum isterseniz bakabilirsiniz.
İki genç bir bine baktılar, ve nasıl olduysa aynı anda tamam bakalım dediler.
İşte o gün kader Aynur’la Ahmet’i tanıştırmış ve yollarını çizmişti.
Kitapçıdan istedikleri kitapların hepsini uygun fiyata aldıktan sonra, bu iyi niyetli kitapçıyla
uzun sürecek bir arkadaşlıklarının başlangıcı olacağını da anlamışlardı
Teşekkür edip dükkandan ayrılınca
Ahmet bu güzel kızı bırakmak istemedi,
Sahaflar Çarşısının hemen çıkışında Beyazıt kütüphanesinin önündeki çay bahçesini işaret
ederek;
Güzel bir alışveriş oldu, paramız da arttı.
Biraz utanarak ve sıkılarak ta olsa çay ısmarlasam sizin için uygun olur mu dedi,
Kız saatine baktı, biraz kararsız gibiydi, etrafını ve çay bahçesini süzdü,
Ahmet yanlış anlamayın sakın, sadece bir çay içer tanışmış oluruz diyerek ürkütmeden
ısrar etti.
Kızı rahatlatmak adına benim Ahmet diyerek elini uzattı,
Kız Aynur dedi elini uzattı tokalaştılar.
Peki tamam bir çay içelim dedi kız, teklifi kabul etti.
Kalabalıktan uzak bir masa seçildi, çaylar söylendi,
sohbet sohbeti açtı, çaylar tekrar tazelendi.
Üçüncü çaylar içilirken iki saate yakın süren muhabbet her iki genci rahatlatmış
karşılıklı güven oluşmuş arkadaşlık kısa sürede ilerlemişti.
İşte böyle başlamıştı Aynur’la Ahmet’in büyük aşkı.
O gün, üç yıl önce yani, akıllarında böyle bir şey yokken
şimdi bambaşka bir fırtına kopuyordu yüreklerinde.
Kim bilir belki gerçekten ‘aşk tesadüfleri sever’ sözü doğruydu
Belki de bu bir tesadüf değildi, belki de bu gerçekten bir kaderin cilvesiydi kim bilir.
Hayat mucizelerle doluydu.
Her yeni gün yeni fırsatlar demekti.
Beklenen büyük nihayet gelmişti.
Otobüs son yolcularını saat 23.00 gibi Bakırköy Ömür durağından almıştı.
Ahmet Aynur’un evine yakın olduğu için bu duraktan binmeyi tercih etmişti,
Bizim için küçük Aynur ve Ahmet için büyük Selanik turu başlamıştı.
Rehber son misafirlerini de aldıktan sonra rota hakkında kısa bilgilendirme yapıyordu.
Keşan İpsala sınır kapsındaki pasaport işlemlerinden sonra
Dedeağaç – Gümülcine – İskeçe – karayolu takip edilerek Selanik’e yolculuk edeceğiz.
Yaklaşık yolculuk süresi normal hava şartları ve sınır geçiş süreleri dahilinde on saattir.
Ahmet koridor tarafında Aynur pencere tarafına oturmuşlardı
Daha doğrusu Ahmet öyle istemişti
Aynur halinden fazlasıyla memnundu.
Yolculuk gerçekten uzun sürecekti.
Aynur kitap okumayı tercih etti
Ahmet ise kulaklıklarını takıp müzik dinleyecek belki de biraz kestirecekti
Macera başlamıştı
Aynur Kitap okurken uyuya kalmıştı,
Ahmet Aynur’un uykusunu fırsat bilip rehberle konuşmaya gitmişti,
Konuşması olumlu geçtiği belliydi, dönerken yüzü gülüyordu.
Yarın yorucu bir gün olacak biraz uyumaya çalışayım diyerek Aynur’un omzuna
başını düşürdü.
Ahmet ertesi günün çok renkli ve unutulmaz bir gün olacağını biliyordu.
Belki hemen sabah olsun istediği için uyumak en kestirme çözüm olarak görünüyordu
Sabahın erken saatlerinde yarı uykulu bir şekilde otobüs hoparlörlerden rehberin uykulu
günaydın sesi ile yarım uyur vaziyetten uyandılar.
Selanik şehrine hoş geldiniz anonsu herkesi heyecanlandırdı
Ahmet için heyecanlı saatler başlıyordu
Bir yıldır planladığı büyük sürprizin günü gelmişti.
Heyecanlı saatlerden bir kişi hariç artık herkesin haberi vardı,
Rehber arkadaş sağ olsun çok anlayışlı davranmış ve her konuda Ahmet’in içini rahatlamıştı.
Selanik şehrine gelince ilk ziyaret edilecek yer neresidir bilir misiniz ?
Bilenler bilir Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün doğduğu ev ilk ziyaret yeridir.
Şehir girişinden geçildikten sonra rehberin artık uyanmış görünen sesi duyuldu:
Atamızın doğduğu ev ziyaret edilecektir, az sonra otobüsten inmeye hazır olun anonsu duyuldu.
Bu müthiş anons herkesin heyecanını yükselti.
Aynur’un yıllarca herkesten sakındığı ve sadece kendisinin bildiği sırrının zamanı gelmişti.
Aynur sadece heyecanlı değildi, aynı zamanda bir o kadarda gururlu hissediyordu kendisini.
Dedesinin vasiyetini yerine getirecekti az sonra,
Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün evini mutlaka ziyaret et kızım sesleri çınlıyordu
kulaklarında.
Rahmetli dedesini çok seviyordu, muhteşem dakikalar Aynur’u bekliyordu.
Herkesin gözleri otobüsün camlarında mucizenin doğduğu evi görmek için can atıyordu.
Beklenen an geldi dedi rehber bakın yolun karşısında ne duruyor.
Herkes rehberin işaret ettiği yere doğru yöneldi,
Aynur ilk önce evin önündeki kalabalığı fark etti,
Ayakları titremeye başladı, gözleri dolmak üzereydi
Ahmet’e tutundu, bırakma beni dedi
Ahmet merak etme dedi ama
Aynur’un kalp atışlarını duyuyordu
Bu arada otobüs misafirlerini indirmeye başlamıştı.
Aynur’la Ahmet’in ayakları yere değdiğinde
eller kenetlendi,
Ahmet hem yürüyor hem de Aynur’u teselli etmeye Çalışıyordu.
Atatürk’ün evi bu aylarda Türkiye’den gelen ziyaretçiler nedeniyle hep yoğun oluyordu.
Rehberlerinin etrafında toplandılar ve kapının onlara açılmasını beklemeye başladılar
Aynur bunca yıl sırrını herkesten  saklamış olmasına rağmen son dakikaları
beklemekte sıkıntı yaşıyordu.
Ahmet ise büyük sürprizi için son viraja girmiş bulunuyordu.
Beklenen an gelmişti, kapı açıldı,
ziyaretçiler önce bahçeye daha sonra da merdivenlerden evin içine gireceklerdi.
Yetkililer düzen bozulmasın diye uğraşırken ziyaretçilerden anlayış ve özen bekliyorlardı.
Hava Mayıs ayının başı olmasına rağmen açık ve güneşliydi
Saatler 10.00 gösteriyordu
Aynur ve Ahmet evin içine girince önce salondaki duvar bilgilendirme yazılarını okumaya
başlamışlardı.
İkisi için de çok özel olan bu evi sürpriz ve sırlar ile geziyorlardı.
Büyük önderin okul notlarını incelenirken Ahmet planını uygulamaya koymuştu.
Aynur müthiş bir mutluluk ve gurur ile mucizevi anlar yaşamaktaydı
Atatürk’ün doğduğu odaya gelindiğinde heyecan doruktaydı
Aynur artık mutluluktan ağlıyordu
Ahmet hayatım hadi Atamızın mumyasının olduğu odaya geçelim dedi.
Odanın kapısında tur rehberleri vardı,
Ahmet’le göz göze geldiler ama hiç belli etmediler
Aynur odaya girdiğine Ahmet’e dönerek ne şanslıyız Atamızın odasında bizden başka kimse
yok baş başa’yız dedi.
Artık yıllarca içinde tuttuğu sırrını sevgilisi ile paylaşmanın zamanı gelmişti.
Ahmet’e dönerek sana büyük sırrımı anlatmanın zamanı geldi dedi.
Selanik’i görmek istemesinin nedenini Ahmet’e anlattı ve tekrar gözleri doldu
Dedesine verdiği sözü tutmuş olmanın rahatlığı yüzüne yansımıştı.
Çok mutluyum sevgilim dedi, beni buraya getirdiğin için sana minnettarım diyecekti ama,
yıllarca herkesten sakladığı sırrı gerçekleştiği için, dedesine verdiği sözü tuttuğu için
hüngür hüngür sevinç göz yaşları döküyordu.
Hala odanın içinde sadece ikisi vardı belki biraz da onun etkisiyle Aynur daha bir
coşku doluydu.
Ahmet Atatürk’ün önünde Aynur’un elinde tutarak kendisine doğru dönmesini rica etti
Aynur biran duraksadı, şaşırdı, ruh hali iniş çıkışlı dakikalar yaşıyordu.
Ahmet Aynur’un önünde diz çökmüş, elinde pırlanta yüzük kutusu ile bana ömrümün
sonuna kadar iyi günde kötü günde eşlik eder misin, benim yoldaşım olur, benimle evlenir
misin teklifini yaptı.
Atatürk’ün evinde yoğun bir kalabalık olmasına rağmen anlık bir sessizlik oldu.
Ziyaretçilerin neredeyse tamamı Aynur’un ağızından çıkacak cevaba kilitlenmişti
Aynur mutluluktan ağlarken başka bir fırtınaya tutulmuş gibi yeni bir şaşkınlık sürecine
girmişti.
Evin içerisindeki sessizlik gitmiş yerini yoğun bir alkış yağmuruna bırakmıştı.
Aynur beklenen evet cevabını vermiş ve daha sonra Ahmet’in boynuna sarılarak kendinden
geçmiş ve sevdiğinin kollarına kendisini bırakarak mutluluk ve aşırı sevinçten bayılmıştı.
Selanik Selanik olalı böyle bir efsane evlilik teklifi yaşamamıştı.
Aynur kendinden geçmeden önce sadece nefes nefese kaldığı halde son bir güçle seni
seviyorum bir tanem diyebilmişti.
Ahmet bu sözleri duyunca, canından çok sevdiği hayat yoldaşına çok daha sıkı bir şekilde
sarılarak şükürler olsun diyebildi.
Rehberin organize ettiği grup sıraya girmiş gençleri tebrik etmeye başlamıştı.
Otobüs genelde orta yaş ve üzerinde misafirlerden oluşan bir kafileydi.
Aynur’la Ahmet yaşlarında bir çift daha vardı.
Burcu ve Yalçın çifti yeni evlenmişlerdi
Onlarda hala bal aylarının keyfini sürmeye çalışıyorlardı.
Henüz bir gün birlikte olmalarına rağmen Aynur ve Ahmet çiftiyle çok iyi kaynaşmışlar ve
arkadaş olmuşlardı.
Ahmet bu sürpriz evlenme teklifi hakkında bir yolunu bularak Yalçın ve Burcuyu
bilgilendirmiş yardımlarını istemişti.
Yeni arkadaşlar severek Ahmet’e yardımcı olacaklarını ve her türlü yanında olacaklarını
beyan ettiklerinden Ahmet Aynur’un mutluluktan baygınlık geçirdiği anları çok organize bir
şekilde atlatmıştı.
Aynur bir müddet sonra kendine geldiğinde nedense önce yüzük parmağını kontrol etme
ihtiyacı duydu.
Yaşadıkları hayal mi gerçek mi anlamak öğrenmek istiyordu.
Parmağındaki ışıl ışıl parlayan tek taş pırlantayı görünce, Ahmet dönerek bu benim
Çemberlitaş’taki kuyumcuda deneyip çok beğendiğim yüksük dedi.
Ahmet gülümsedi, evet hayatım dedi.
Aynur şaşkındı, ben sana bundan hiç bahsetmemiştim, sen nerden biliyorsun bu tek taşı
beğendiğimi diye meraklı gözlerle Ahmet’e soruyu yönel ti.
Ahmet sen beni çok hafife alıyorsun sevgilim  diyerek gülmeye başladı.
Nereden bilebilirdi ki etrafındaki herkesin  Ahmet’e çalıştığını.
Aynur en yakın arkadaşının bu bilgiyi Ahmet’e aktardığını anladı .
Ah Ayşin ah alacağın olsun senin dedi.
Ahmet uzun saçlı ela gözlü sevgilisine olan aşkından ve mutlu biten evlilik teklifinden
Dolayı çok mutlu hissediyordu, bu yüzden etrafına gülücükler saçıyordu.
Tur otobüsünün radyosunda tesadüfen miydi bilinmez Lara Fabianın efsane şarkısı
 Je t’aime çalıyordu. Gruptaki yolcular bir sonraki ziyaret noktasına hareket etmişken,
muhteşem sürpriz evlilik teklifini konuşuyordu.
Hayat güzel bakana, iyi yürekli iyi düşünen insanlara güzelliklerini ve iyiliklerini düşünmeden sunmaya devam ediyordu.
Cevat ÇIRAK
01.04.2020


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yediler Ormanında Kayak

Yaşar Kemal Usta ile UBUNTU'YU konuştuk.

Naim Süleymanoğlu