HUZURUN ŞEHRİ VARNA
HUZURUN ŞEHRİ VARNA
Son ziyaretinde iki yıl kaldığı Varna şehrini çok sever büyük söz ustası büyük Türk ve Dünya şairi Nazım Hikmet. Yanındaki Türk kökenli gazeteciye şöyle bir itirafta bulunur; “Varna’da kendimi memleketime daha yakın hissediyorum. Kokusu, denizi, toprağı… Bana iyi geliyor.” der. *
Münevveri'ni özler, sadece karısını özlemekle kalır mı hiç, biricik oğlu Mehmedini o kadar çok derin özlemiştir ki kavuşsa bağrına basacak yarasına merhem edecektir biricik oğlunu. Bu derin çaresiz sızı her geçen gün daha ağır gelmeye başladığında teselliyi, içindeki hasreti, acıyı, kağıda döker ve şu meşhur şiiri ile seslenir canından çok sevdiği Mehmedine;
“Karşı yaka memleket,
sesleniyorum Varna’dan,
işitiyor musun?
(…)
Oğlum sana sesleniyorum
işitiyor musun?
Memet! Memet!”
Biricik oğlu Mehmedi ve çok sevdiği kadını Münevver aslında çok yakınındadır, aralarında sadece dikenli bir tel vardır, dokunamaz o tellere ama dikenli tellerin acısını yüreğinde hisseder. Gurbette olmak ne zor zanaat, ne derin acılar yaşar ve olgunlaşır insan; Ateşten gömlek giyilen günler bir türlü geçip gitmek bilmemektedir. Vatan Hasreti, sevdiği kadının özlemi, ve oğluna olan sevgisi yaralarını sürekli tazelemektedir, acı ve hasret acısı yüreğinde harman olmuştur da derman olamamıştır bir kez bile.
Bu huzurlu şirin şehri anlatmak için güçlü bir giriş düşünmüştüm aslında, ve yazıma öyle başlayacaktım ama dedim ki hayır, öyle yapma, doğaçlama başla ve içindeki sesle devam et. Sevgili dostlarım Varna öyle planlı programlı anlatılamaz ki zaten, yaşadıklarını hatta daha da ötesi ile hissettiklerinizle anlatacaksınız bu küçük sakin karadeniz şehrini.
Kim ne derse desin Nazım Hikmet Varnada çok sevdiği memleketine bir adım kadar yakındır, içi hasret dolu bir şekilde sokaklarında dolaşırken bu şehrin adeta memleketinde gibi hisseder.
Gündüzleri huzur şehri Varna geceleri ise bir başka eğlence dünyası mı desem cennete açılan kapı mı desem, öyle büyülü bir şehir yani.
Diyelim ki ilk kez ziyaret ettiniz Varnayı, ne yapacaksınız? Çok basit tren istasyonu ve otobüs terminali yan yanadır zaten. İnin ve insanların yürüdüğü yöne etrafınızdaki güzellikleri seyrederek ilerleyin. Çok kısa bir süre sonra, yani bir-birbuçuk kilometre sonra şehir merkezindesiniz. Şehir Merkezi dediysek öyle iki kelime ile anlatılacak bir yer değilki kısa keselim. Önce bi şaşıracaksınız; Karşınıza masmavi rengi ve dev dalgaları ile Karadeniz çıkacak, sizi selamlayacak, sonra boydan boya uzanan altın sarısı kumlardan oluşan bir kumsal ve sahili ile tanışacaksınız, durun bitmedi. Hayallerinizdeki gibi devam edin, önce denizi gördünüz, sonra kumsalı, sonra ne görmek ister insan, ben olsam ağaç ,çiçek, böcek, kuş sesi, yani park görmek isterim mesela, eminim sizde öyle istersiniz öyle değil mi? İşe size hayal gibi gerçekler, boydan boya uzanmış tam 7.5 km yemyeşil, güzel kokulu çiçekleri ve cıvıl cıvıl kuş sesleri ile size adeta bol bol oksijen armağan eden büyük bir parkın içinde bulacaksınız kendinizi.
Yani şehrin en değerli yerleri kodamanlara, kısa yoldan zengin olanlara peşkeş çekilmemiş, peki ne yapılmış, devlet tarafından bir güzel düzenlenmiş ve halka keyifli vakit geçirmek için çok sıcak ve kendinizi huzurlu hissedeceğiniz bir dünya cenneti yaratılmış, size sadece keyifini çıkartmak kalmış. E hadi ne duruyorsunuz tutun sevdiğinizin elinden ve çiçekler böcekler içerisinde yürüyüşe başlayın, bakın o zaman neler hissedeceksiniz. Gençleştiğinizi hissedeceksiniz, yaşadığınıza binlerce kez şükürler edeceksiniz, asık süratlar yerini gülen sımsıcak yüzlere bırakacak, gevşecek rahatlayacaksınız. Park öyle büyük tasarlanmış ki içinde bir sürü aktivite sizleri bekliyor olacak. İster botanik bahçeye gidin görün, ister diğer tarafta yunusların gösterisini izleyin. Yok ben ılık esen bir yaz yelinde kahve içmek istiyorum, deniz ve bir ağaç gölgesi altında kahvemi yudumlayarak, anı yaşamak, istiyorum derseniz, hay hay, kocaman park, kumsal ve deniz emrinizde, vallahi şaka değil billahi şaka yapmıyorum yahu, gidin kendiniz görün ben az bile anlatıyorum.
Yorgunuluk kahvenizi yudumladınız, ama hala şaşkınlığınız üzerinizden gitmedi kendinize gelemediniz, hadi bakalım, trafiğe tamamen kapalı şehir merkezinde dolaşmaya devam ediyorsunuz. Sağınızda solunuzda boncuk gibi işlenmiş ve dizilmiş renkli şirin kafeler restoranlar, içlerinde gülen yüzleri ile mutlu bakan, sakin ve keyifli yaşayan insanların arasında ağır ağır geçiyorsunuz, geziyorsunuz anı yaşıyorsunuz, tadını çıkartıyorsunuz, şükrediyorsunuz halinize. Vakit ilerliyor karnınız acıktı diyelim, Bulgarca bilmiyorum, İngilizce de yok diye üzülmeyin, mutlaka Türkçe bilen bir garson görevli size yardımcı olacaktır. Hatta ben yesem simdi, ne yenir ne meşhur diye de düşünmeyin, Adana Kebap isteyin hemen size servis ederler, şaşırmayın neden şaşırmayın çünkü asıl şaşıracaklarınız akşamın ve gecenin gizemde saklı sizleri bekliyor, hatta size sürprizler planlıyorlar. Ben size meşhur şopska salatalarını, sek içilen anasonsuz erik, üzüm ve kaysı rakılarını, kebapçelerini tavsiye ederim.
Şimdi biraz daha heyecanlı olsun, tatilde olduğumuzu gerçekten hissedelim diyorsanız kolay, hemen halledeceksiniz. Hadi bir garsona yada bir restoran çalışanına, olmadı sokaktaki bir vatandaşa sorun hemen size yardımcı olurlar. Ben içine kapanık bir insanım soramam da diyebilirsiniz, o zaman seslere kulak verin, yüksek desibel ses neredeyse aradığınız yer orasıdır. Hadi bakın keyfinize, alkolün cennetinde olduğunuzu unutmayın, alkol sudan ucuz bu memlekette. Nerden mi biliyorum, ne zaman Bulgaristanda canım kola çekse girip markete veya dükkana elimde bira ile çıkıyorum. Ortalama bir kola 1.39 leva bir bira ise 1.49 leva, hatta bazı sular biradan ve koladan pahalı, demedi demeyin. Gidince görecek benzer örnekleri sizde yaşayacaksınız.
Artık gecelere aktınız, aradığınız yeri buldunuz, ben yavaş yavaş aranızdan çekileyim, diyorum ne dersiniz. Son bir şey mesela yaya geçidinden mi geçeceksiniz, rahat olun, ayağınızı yaya geçidine attınız mı duble yollarda bile karşı taraftaki araçlar siz geçene kadar durup size yol veriyor, çünkü siz insansınız, önce insan sonra makine. Fakat yaya geçidi yok ve memlekette olduğu gibi rastgele yola dalarsanız polise yakalanmayın, cezayı ödersiniz, az para değil ceza, demedi demeyin. Onlar bu kurallara medeniyet diyorlar.
Hadi gene başa dönelim Nazım Ustayla başladığımız yazımıza bir güzel hikaye ile son verelim.
Nazım Hikmet Varnada deniz manzaralı yeşillikler içindeki mütevazi Bor Hotelinde kalmış. Hotelin üçüncü katında sağdan yedinci pencere, ordan geçerseniz, aklınızda olsun bir selam verin, biliyorsanız bir şiirinden iki kelam ediverin, ruhu şad olsun deyiverin, içniz ısınır.
Varnaya çok yakın Balçık ilçesinde Romanya Kraliçesi Marie'nin yazlık sarayı var, içinde ikibine yakın bitki var, Avrupanın ikinci büyük botanik bahçesi diyorlar. Nazım işte bu sarayın denize bakan bahçesindeki taş koltuklara oturarak yazarmış şiirlerini. Bulgaristan yazdığı şiirlerin bir çoğu meşhur olan, dilden dile dolaşan, hatta şarkı olmuş şiirlerdir. Fakat benim Bulgaristanın Balçık şehrindeki Romanya Kraliçesi Marie'nin sarayındaki o memlekete bakan taş koltuklarında yazdığı ve çok sevdiğim şiiri ile hoşça kalın, sevgiyle kalın diyerek hepinizi selamlıyorum.
Çok yorgunum
Beni bekleme kaptan
Seyir defterini başkası yazsın
Çınarlı, kubbeli mavi bir liman
Beni o limana çıkaramazsın
https://youtu.be/WlblYaPPqmY
Cevat ÇIRAK
13.08.2018
cevatcirak@hotmail.com
https://cirakcevat.blogspot.com.tr
https://cevatcirak.wordpress.com
https://cevatcirak.wordpress.com
Kaynaklar:
* : Nazımın İzinde Varna/ Ayhan Hülagü** : Nazım Hikmet ve Sofya/ Serdar Şahinkaya
Yorumlar
Yorum Gönder