Memleketimin Yakınından Geçerken



                                Memleketimin Yakınından Geçerken

Bu sabah yine erkenciyiz, erken kalkan yol alır diyorlar bizde öyle yaptık ve yola koyulduk.  Erken kalkmamıza rağmen Ağustos sıcağının tesirini  üzerimdeki tişort'de  biriken terden iliklerime kadar hissedebiliyorum. Romanya'nın başkenti Bukreş  şehrinden Bulgaristan  Rusçuk kentine dönüyoruz. Otobüsün penceresinden  yeşillikleri görünce sıcak ve bunaltıcı havayı çalışan klimanın da yardımıyla unutarak, hayallere dalıyorum. Romanyanın  özellikle Transilvanya bölgesi aklıma derin bir iz bıraktı. Karpat dağlarını Galatasaraylı Hagi sayesinde çok duymuştum ama kendi gözlerimle görünce büyüleniyor insan. Aklıma Türkiyenin Doğu Karadeniz bölgesi geliyor, güzelim cennet doğu karadeniz yanlız değilmişsin diyorum. İki bölgenin ortak yanları çok, ama akılda kalması için yeşilin her tonunu görüyor, adeta doğanın kollarında yeşillikler cennetinde sörf yapıyor gibi hissediyorsunuz. Krallar şehri  olarak nam salmış Braşov şehrindeki çok iyi korunmuş tarihi doku sizi öyle bir etkiliyor ki, tek ziyaret yetmez buraya mutlaka tekrar gelmeliyim diyorsunuz. Sınai şehrindeki Peles Şatosunu size hangi kelimelerle anlatsam bilemiyorum. Şatonun içerisindeki Çek mimarın ustalığı, detayın detayını düşünerek bir sanat eserine imza atmış olmasını görmeniz gerekiyor. Muhteşem diyemem az gelir, daha ileri bir çalışma ve emekten söz ediyorum, ancak gidip gözlerinizle gördüğünüzde bana hak vereceksiniz. Ben işte bu ruh haliyle yol alırken diğer grup üyelerimizin yerlerinden kalkarak fotoğraflar çekmeye başlamasıyla hayal dünyamdan çıkıyorum meşhur Tuna nehri üzerindeki 1952 yılında inşa edilen dostluk köprüsünün büyüleyici atmosferinden etkilenerek fotoğraflar çekmeye başlıyorum. Bugün şanslı günümdeyim her halde, köprü iki katlı ve üstümüzden tren geçiyor, bizim için büyük şans. Ama gruptakiler bu durumu bilmediklerinden doğal olarak şaşırıyorlar. Ben zaten bundan kırk yıl önce bu köprüsünün ortasına kadar gelmiş biri olarak keyifle başlıyorum yanımıdaki arkadaşlara rehberlik etmeye.

                                               Romanya Sınai Peles Şatosu
   
Sınırdan geçmemiz biraz zaman aldı ama çok üzerinde durmaya gerek olduğunu düşünmüyorum, her zamanki gümrük prosedürleri işletiliyor.

Hedefimiz, Rusçuk üzerinden iki saatlik bir yolculuktan sonra Bulgaristanın turistik canlı şehirlerinden biri olan Varnaya  ulaşmak. Varna şehrinin adını duymak bile benim heyecanımın yüzüme yansımasına neden oluyor. Varna şehri Karadeniz kıyısında bulunan, kış aylarında beşyüzbin yaz aylarında ise nüfusu iki kat artan canlı bir turist cenneti.  Çocukluğumda çok ziyaret etmişliğim var ama üzerinden kırk yıl geçti. Hayal ettiğim gibi mi acaba, hala o büyülü, insanın ömrüne ömür katan ruhu yaşıyor mu diye merakım iki katına çıkıyor.
Gelelim asıl beni sevince boğan ikinci sıraya  koyduğum heyecanıma. Varna yolu üzerinde seyrederken iki şehirden geçiyor olacağız, önce Razgrad son Şumnu şehirleri. Bu şehirler neden önemli, önce biraz bu konuyu açıkalığa kavuşturalım. Bulgaristanda Türk azınlığın yoğuna olarak yaşadığı yerlerden geçiyoruz. Türklerin yoğun yaşadığı bir bölge de Kırcaali bölgesidir. Heyecanım tırmanmaya devam ediyor, Türklerin yoğun yaşadığı bölgeden geçmiyoruz sadece, az sonra yol üzerinde benim doğum büyüdüğüm köyümün dört kilometre yakınından geçeceğiz. Benim şehrim Razgrad şehrine yarım saat mesafede,  doğup büyüdüğüm köyüm, Varna yolu üzerinde Razgradla Şumnu şehirleri arasında otobana paralel bir konumda. Her geçen saniye kasabama daha da önemlisi köyüme yaklaşıyorum, göğüsüm kabarıyor,  heyecanım artıyor. Büyülendiğim verimli topraklarımdan geçerken otobüste yanımdaki arkadaşlarıma köyümden memleketimden bahsedeceğim. Verimli tarlalarımızdan, köyümdeki sayıları 17 bulan buz gibi suları akan çeşmelerimden bahsedeceğim. Eğitim sisteminden, çocuklara verilen değerden, yeşilden, doğadan, hayatın güzelliğiden, bahsedeceğim, sabırsızlanıyorum. Durun daha bitmedi, köyümdeki yazlık ve kışlık sinemadan, iki tane kütüphaneden, köydeki gençlik evinden, köyümüzün hamamından, köy meydanındaki meyhaneden,  meşhur kebapçemizden, mastikadan bahsedeceğim. Memleketim işte, burda doğup büyüyen kim aynı duygularla, heyecanlarla hatırlamıyor ki? Sanırım hepimiz sosyalist sistemin bizlere kattıklarını ne inkar edebiliriz nede unutabiliriz. Ben şahsen iyi ki diyorum köyde doğmuşum, hayatımın en güzel yıllarını köyümde geçirmişim, ne kadar mutluymuşum, o günlerden biriktirdiğim anılarım beni ayakta tutuyor,  hey gidi mutlu canlı keyifli masal tandıda günlerimiz hey, özlüyorum iste ne yapayım, elimden değil yahu. Size hiç oluyor mu bilmem, keşke diyorum sihirli bir makina icad edilmiş olsada  insanın insan gibi mutlu yaşadığı o unutamadığımız günlere bizi tekrar ışınlasa, hayal işte ne yaparsın. Ama hayal dedik ya, o günler artık kolay kolay geri gelmeyecek biliyorum.
İşte diyorum yanımdaki yeni tanıştığım arkadaşlarıma bizim kasabanın tabelası görüldü. Herkes şöyle bir dönüp bana baktığına göre sanırım biraz fazla yüksek sesle haykırdım, heyecan işte ne yapayım beya memleketimin kokusundan havasından içmeden sarhoş oluyorum, elimde değil. Herkes  halimden anlıyor her halde , gülümsüyorlar, e turumuzun rehberi de Razgradlı, ben size bunlardan bahsederken oda gruba benzer konuları dili döndüğünce  anlatmaya çalışıyordu, sosyalizmi bilmeyen bazı konuları anlatmakta gerçekten çok zor. Razgrad şehrinden çıkıp kısa bir süre yani 15-20 dakika sonra  yolumuzun üzerinde sağ tarafımızda  mavi bir tabela görüyorum, Buynovo (Muratlar) işte diyorum yanımdaki bankacı gence işte o sizlere büyük heyecanla anlattığım, bahsettiğim köyümün tabelası. Anlatırken terlemişim galiba yanımdaki hanım efendiler peçete uzatıyorlar, alnın şakakların terledi sil istersen diyorlar. Ben hala iste bu yoldan 4 km kadar korunun içinden gidince köyümüze  kuzeydoğudan  giriş  yapmış oluyoruz falan anlatmaya çalışıyorum. Söylediklerimin tamamı, kalptan  gelen sesler, ruhumda çocukluğumdan kalan izler, hem hatırlanması yürekleri burkuyor hemde kolay değil yahu köyümden bahsediyorum şaka değil. Kırk yıldır ayrı kaldığım köyüm, insan bir tuhaf oluyor, masal değil bu anlattıklarım gerçek yaşamdan kesitler. Düşünsenize, aradan geçen onca koca yıl olmasına rağmen,  birden başka bir ruh haline bürünüyorsunuz, dertlerinizi sıkıntılarınızı unutuyorsunuz. Güzel duygular bunlar, keyifli yaşanmışlıklar, hiç unutmayacağım, asla unutturmayacağım, bu yüzden dilim döndüğümce yazıyorum, tarihe notlar düşüyorum.
                                                     Fisek Dağı


Rehberin sesini duydum Cevat bey mi dedi o, evet evet, yanımda oturanlar da beni uyarıyor, efendim diye sesleniyorum. Oda benim gibi duygulu, benden, neler hissettiğimi paylaşmamı, bölge hakkında bilgi vermemi talep ediyor.  Rehber heyecanlı, bende keza aynı derin duygular, arzular şelale, kolay değil be dostlar, hiç kolay değil, aynı yaşlardayız rehberle,  insan memleketinden geçerken bir başka oluyor, içi tuhaflaşıyor, şöyle derin bir ah çekesi geliyor. Hele bir de yol boyunca Fisek Balkanın sürekli seninle birlikte yol boyunca bakıp bakıp ister istemez geçmişe alıp taşıyor bu yorgun kırgın yüreğimi, içim parçalanıyor, ciğerim yanıyor,  aklıma şarkının sözleri geliyor '' olmasaydı sonumuz böye'' diye. Oysa daha 2 ay önce fisek dağına beş arkadaş kırk yıl sonra tırmanmıştık ama, memleket işte özlüyorsun, elden bir şey gelmiyor maalesef. Kimseye hissettirmeden fisek dağına uzaktan bir selam veriyorum, içimden diyorum ki, çıksam şu dağın tepesine bir haykırsam, avazım çıktığı kadar  bağırsan, içimde ne var ne yok  bir dökülse, hafiflesem. Derin mevzular bunlar, iki kadehten sonra konuyu tekrar açmak gerekiyor, ne dersiniz?  Derken Varna tabelasını görüyorum ve diyorum ki hayat akıp gidiyor, zor dostum zor, işte hayat böyle akıp gidiyor, anılar kalıyor yadigar, ve her şey yolundaymış gibi başımı dik tutup önüme bakıyorum, biliyorum coğrafya kaderimiz, seçme şansımız, hakkımız olsaydı keşke...


                                                  Köyümüzün Tabelası


Cevat ÇIRAK
12.08.2018
 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yediler Ormanında Kayak

Yaşar Kemal Usta ile UBUNTU'YU konuştuk.

Naim Süleymanoğlu