KANA ABLANIN SLATKARNİTSASI



Kana Ablanın Slatkarnitsasi
( Kana Ablanın Pastanesi)




Haberi duyar duymaz çok gerilmiştik. Bu belirsizlik bize nelere mal olacak bilemiyor kestiremiyorduk. Biz köy çocuklarının gidecek başka hiç bir yeri olmayacaktı. En sevdiğimiz mekandan mahrum kalmak bize çok koymuştu.

Ben mesela, en çok raketaları severdim. Hani varya şu içleri krema dolu üstü çikolata olanlar. Kana abla onların kutularını açar masanın üstüne sergilerdi.



Yanlarına eşko beşko taraleşkoları aynı şekilde kutusuyla oturturdu, diğer yanına da üzerinden onca yıl geçmesine rağmen hep aklımda tuttuğum o meşhur morena markalı çikolatalı gofretlerini yerleştirirdi. Hani şu kırmızı kaplı olanlar varya üstünde kocaman morena yazanlar, işte onlar bana çok isle gelirdi. Her gün yemeden duramazdım. Hatta slatkarintsanın (Tatlıcı dükkanı, pastane) satıcısı Kana abla benim çok sevdiğimi bildiğinden hep birkaç tane çekmeceye saklardı. Bizim Slatkarnitsa öyle çok büyük bir dükkan değildi. Zaten dükkanda Kana ablanın değildi, devletindi. Küçük bir camekanlı tezgahı, o tezgahın arkasında birçok gözü olan bir dolap vardı. Her gözünde başka bir tatlı çeşidi sergilenirdi. Sezoni çikolatalr mesela en üst raflarda sergilenirdi, En kaliteli çikolata onlardı, o kadar olsundu, çok kaliteli oldukları zaten  fiyatından belliydi. Dükkana kapıdan girdiğinizde sağ tarafta arka arkaya konumlandırılmış 2 tane 2 kişilik masa, sol taraf daha geniş olduğu için, orada dört  adet dört kişilik masa ve sandalyeler vardı. Ben en çok baş taraftaki iki kişilik masayı sever orda otururdum. Neden öyle diye sormayın tam olarak nedenini hala bulamadim, ama sanırım dükkanın camından giren ışık en çok o masayı aydınlatırdı.



Belki karanlığı çok sevmediğimden olsa gerek o masanın cama bakan yönüne oturur öyle yemek yada tatlı yerdim. İşte bu güzelim slatkarnitsa yıkılacaktı,  yerine daha büyük katlı bir bina yapılcaktı. Sadece slatkarnitsa yıkılmayacaktı, o siradaki dukkanlarin hepsi yikilacakti.Orada toplam üç dükkan daha vardı, komple hepsi yıkılıp yenilenecekti. Slatkarnitsa dere tarafındaki dükkandı, onun hemen sağında ise eskiden horamak (meyhane) olan fakat daha sonra yeni meyhane yapılınca yeni yerine tasindi, o dükkanda kumaşlar  ve tekstil ürünleri satılmaya başlandı. Sağlık ocağına yakın olan sonuncu dükkan da fırındı. Bizim köyümüz 650 haneli bir köy olduğu için ekmek üretimi de yapılırdı  bir zamanlar. İşte bu yan yana dizilmiş üç adet bitişik nizamlı tek katlı dükkanlar yıkılacaktı. Herkes hatırlamaz bu anlatmaya çalıştıklarımı. Üzerinden 50 sene geçti. Yeni nesiller köyümüzün bu eski halini pek bilmezler tabiğ, nerden bilecekler. Onlar şu anki muhtarlık binasının olduğu yapıyı biliyorlar ne yazıkki. Oysa o kocaman yeni binanın yerinde ne anılar, güzellikler unutulup gitmişti. Tahmin edebiliyorum, hatırlayanlar, o şirin dükkanları mutlu mesut  günleri hafızalarında canlandıranlar nasıl mutlu oluyorlardır şimdi. İşte biz o mutlu mesut keyifli günlerin deli dolu nesilleri, çok mutlu ve keyifli çocukluk yaşamış uşaklarıyız. Nekadar sanalıymışım ama öyle degilmi?

Bizim slatkarnitsanın satıcısı Kana abla bulgardı ama, çok iyi türkçe bilir bizimle de bazen bulgarca çoğunlukla türkçe konuşurdu. O yüzden diyalog kurmakta biz çocuklar için çok büyük bir sıkıntı yaratmaz, bizi anlayışla karşılardı. Zaten köyde kaç hane bulgar ailesi varsa hepsi türkçe bilirdi. Haberi duyar duymaz yanına koşarak gitmiştim. Kana abla daha kapıdan girdiğimi görünce  durumu öğrendiğimi anlamış beni çok sevdiğinden dayanamayıp gözyaşlarını göz bebeklerinden  bırakıvermişti. Bana ne oluyorsa bende  anında sulu gözlü oluvermiş, Kana ablaya uyuvermiştim. Kana abla aslında işinden olmayacaktı, dükkanın  yeri değişecek işine postanenin ordaki boş duran dükkanda devam edecekti. Ama yüzü ağlamakliydi işte, neden ağlıyordu acaba; Yıllarca emek verdiği şirin pastanesi kapanıyor diye mi ağlıyordu, yoksa bir daha bu dükkana geri dönemeyecek diye mi üzülüyordu, kim bilir bu şirin dükkanda ne derin anılar biriktirmişti.


                           
Ben ise neye üzülüyordum biliyor musunuz. Her sabah gelir iki baniçka (peynirli börek, bir kifla (içinde marmelad olan tatlı börek)  birde yanında küçük boza ile güne başlardım. Evimizde her şey olmasına rağmen  sabahtan akşama kadar orda yemek ve tatlı yer, akşamda orda günü bitirirdim. Mesala akşam üzeri gelir, milinki (börek) ve yanında kavanozda kiselo mlako (yoğurt) kaşıklardım. Evde inek ve koyun hatta anneannemlerde manda olduğu için bol bol manda yoğurdu olmasına rağmen, ben Kana ablanın yoğurtlarını daha çok severdim. Annem bu durumu bildiği halde bana kızmaz her zaman cebime para koyar orda yememe ses çıkarmaz gülümser geçerdi. Neden o yoğurt bana tatlı gelirdi tam olarak size söyleyemem. Belki parayla satılıyor diye miydi, yoksa o burkanda (kavanoz) güzel göründükleri için miydi, orası bir muammaydı. Sadece annem bana çok iyi  hatılıyorum şöyle uyarılar yapardı; ''bubanın yanında ıştınma (söyleme)  uşağım'' öğrenmesin yoksa çok kızar, aman derdi aman hiç ıştınma, kapa çeneni geç kırvata (yatak) otur. Her akşam bir burkan yoğurdu bazen dediğim gibi milinka ile, bazen üstünde pudra şekeri olan poniçka (yağda kızartılmış içinde marmelad olan börek) ile doyurur üzerinede  bir gazirana voda (maden sodası)  içerdim.  Kana abla bana hep sen çok akıllı uşaksın, bu köylüler gazirana voda çok içmiyor, aslında ne kadar faydalı olduğunu bilseler nasıl içerler ama içmiyorlar işte, diye dertlenir konuşmasını da pahalı da değil, ama, içmiyorlar diye bitiridi. Evet bizim köylülerimiz onun yerine sarı limonata ve bozayı daha çok tercih ederler, hatta büyük erkeklerimiz, yani babalarımız yetişkinlerimiz daha çok  şumenska (Şumnu  şehrinden üretilen bira markası) yada obiknovenna bira (normal ucuz taze içilen bira) içmeyi tercih ederlerdi. O zamanlar sadece bu iki marka bira vardı, şimdiki gibi çok marka yoktu.  Hatta bazen dükkandan aldıkları biralarını köy meydanındaki pametniğin (anıtın) önündeki peykalarda (şehir mobilyası, bankolar) muhabbet ederek içerler keyifli sohbetler ederlerdi. Şimdi diyeceksiniz meze yok muydu, olmaz mı hiç, hemde sıcak sıcak taze taze gelirdi. Pametniğin (anıtın) karşı çaprazında  horamak (meyhane) vardı, oradan sipariş edilirdi taze taze sıcak sıcak koca koca kebapçeler, (balkan kebabı) ve yumruğum kadar büyük bir teki ile  bir kişiyi doyuran köfteler. Kimse kimseye laf etmez, kimse kimseye kötü bakmaz, herkes herkese saygılıydı. Köylü mutlu mesut yaşayıp gidiyordu. Kimse kimseden üstün değildi, kimse kimseden ayrılacıklı da değildi, parası olanda mutluydu olmayanda mutluydu. Herkes ihtiyacı olana yardımcı olur, hep birlikte ihtiyacı olana omuz verilirdi.  Hey gidi mutlu keyifli, neşe dolu geçen o güzel yıllarımız hey, elli koca sene geçmiş olmasına rağmen, hala unutulamayan neşeli günler nedesiniz  hey.



Kana abla çok dürüst bir satıcıydı. Mesela bazen yoğurt isterdim bana onlar bir kaç günlük ekşimiştir istersen yeme, ben sana limonata vereyim diye beni uyarırdı. Limonatalarda  güzeldi, şişelerin içinde sarı renkli şekerli soğuk soğuk  çok iyi giderdi, hele yazın çok içilirdi, insanın içini serinletir soğutur ferahlatırdı. Ozamanlar simdiki gibi kola turu icecekler ve cesitleri yoktu, biz limonata ve boza ile büyüyen cocuklariz , ne mutlu bize. Ben çok tatlı içecek sevmezdim, limonata hiç içmemezlik etmezdim ama çok sevmezdim işte.

Yaz gelince köyümüz bir başka şenlikliklenir, her yer yeşile bürünür, ağaçlar çiçek acar ahcedeki ve saksilardaki çiçekler coşardı.



Bizim Slatkarnitsa yaz gelince daha bir şenlikli hale gelirdi. Dükkanın önündeki boşluğa birde dere tarafındaki metalık alana  yazlık masalar gelir serilirdi, köylü insanlar  limonatalarını, baniçkalarını, poniçkalarını, morenalarını kahvelerini dere kenarındaki kavak ve soğut ağaçlarının hışırtısı ve serinliği eşliğinde yer içer sohbet ederlerdi. Bu günler çok değerli neşeli insanın içini ısıtan mutlu mesut günlerdi işte, yada biz baska türlüsunu bilmediğimiz görmediğimizden bize cennet gibiydi. Ne bileyim işte belki de  Kana abla  bu güzellikleri bir daha göremeyecek diye üzülüyordu, belki de dükkanlar yıkıldıktan sonra bir daha hiç bir şeyin eskisi gibi olamayacağını bildiği için üzülüyordu., göz yaşları belki bu yüzdendi.  Kim bilir, koca yürekli Kana ablanın  gönlünde ne fırtınalar  kopuyordu. Yıllarca biriktirdi acı tatlı nekadar anı varsa yok olup gitmesinden endişe duyuyordu. Kimbilir neler yaşamıştı bu küçük ama şirin ekmek teknesinde.  Diyorum ya size  ben o zamanlar uşaktım be canım, her seye akıl erdiremezdim ki ama!


Yıllar şu gibi akıp geçip gidiyordu.
Biz Türkiyeye göç etmeden birkaç yıl önce o şirin dükkanlar yıkıldı. Yıllarca sürecek yen, i bugünkü bitmiş binanın inşaatı başlamıştı. Tam olarak hatırlamıyorum ama en az dört beş sene süren çalışmalar sonunda yeni bina bitmişti diye duymuştum. Duymustum diyorum cünkü biz ailecek 1978 yılının eylül ayının onsekizinde o şirin Kana ablanın slatkarnitsasının (pastanesinin) bulunduğu Eski Cuma Muratlar köyünden ve ata yurdunuzdan bir daha geri dönmemek üzere ayrilmiş anavata göç etmiştik.

Artık Türkiyedeyiz işte, hemde İstanbulda. Yeni bir dünya, yeni bir kültür, yeni yeni kurallar, uygulamalar.  Ama nafile. Düzenli, sade, mutlu bir köy hayatını mazide bırakıp, keyifli muhteşem anıları unutmaya çalışıp, karmakarışık bir düzen içinde, sürekli hiç bitmeyen bir  koşturmaca ile geçen  günlerin, ayların, yılların, bizi sürüklediği bir bilinmeze doğru yol alıyorduk artık. Köyümüzdeki masal gibi hayatın  bize sağladığı musmutlu keyifli bir maziyi unutmaya çalışıyorduk, lakin bir turlu aklimizdan cikartamiyorduk, ozluyor unutamiyor daha büyuk sevgi özlem ve hasret ile hatirliyor aniyorduk. Köylerimizden ayrılıp göçmen olan biz muhacirler  o günleri unutmuş gibi yapıyoruz ama galiba her geçen gün eskisinden daha büyük  özlüyoruz.Özlemek ne demek,  mısmıl özlüyoruz mısmıl. İnsan hiç mutlu bir çocukluk dönemi  yasadigi,  toprağını memleketini unuturmu, tatlı  anıları hafizasindan silip atarmi, unutulacak gibi mi, hiç değil, unutmaz tabiğ.

İstanbuldayız  ama hep bir şeyler eksik işte,  Anavatandayız ama ata yurdumuz hep aklımızda. Megerse biz bir mutluluk diyatinda yasamisiz, cennetteymisiz yani, kaybedince kiymetini anliyor insan. Hani derler ya  muhacir olanlar için, biz artık   ''Ne oralıyız ne buralıyız'', biz neyiz kimiz. Köyümüzde  ata yurdumuzda yani Türk olduğumuz için öteleniyorduk, anavatanımızda türküz ama bulgar olarak  muamele görüp dışlanıyoruz. Mezara kadar surecek cözulmeyen bir denklemin icinde gibiyiz. Nerden bakarsan bak tutarsızlık, ne yaparsan yap cözümsüzlük, düşününce mutsuz oluyor insan. Gerçekten bu muhacirlik ateşten gömlek, yaşayan bilir ancak. Bazen sözün bittiği yerdesin diyor hayat.

Hikayemizi daha çok dallandırmadan bitirmeye başarabilecek miyim bakalım.

Kolay değil işte dostlar hiç kolay değil. Diyorum ya evini yurdunu toprağını bırakıp iki valizle göçen bilir.

Hadi uzatmayalım, galiba sonunu nasıl bağlıyacam derken  Coşkun Sabahın bir şarkısı sanırım kurtaracak beni, nasıl da zamanında hızır gibi yetişti;

bu akşam içimde hüzün var

gözümde canlandı anılar

ağlamak istiyorum, haykırmak istiyorum

bu akşam içimde hüzün var

anılar, anılar, şimdi gözümde canlandılar

anılar, anılar, beni bu akşam ağlattılar

Durun daha bitmedi; yıllar sonra büyümüşüm delikanlı olmuşum, yıllarca hayalinle yaşadığım, göremediğim köyümün yeni slatkarnitsası ve Kana ablayı göreceğim, daha yoldayız ama benim sevincim heyecanım, size anlatamayacağım kadar büyük. Türk vatandaşı arak köyümü ziyarete gidiyoruz, bu nasıl acı birseydir böyle, çok saçma degilmi, köyüne bir yabancı olarak gitmek ne demek. Köye girmek üzereyiz, kargalimtayiz, yaklasiyoruz az kaldi, heyecanimi yenmeye calisirken köyün merkezindeyiz, gözlerimin ne aradığını biliyorsunuz siz. Ama ne göreyim.


O zamanlar uşaktım Kana ablayı  anlayamadım demiştim  ya, nekadar hakliymiş.  Galiba artık büyümüşüm, şimdi anladım iyi  üzüntüsünün nedenini. Kana ablanın neden bu kadar çok üzüldüğünü ve ağladığını yıllar sonra çok iyi anlıyorum şimdi. Elli yıl önceki diyalog geliyor aklıma. Gözlerim doluyor içimde derin bir hüzün, midemde ağırılar burkulmalar, travmalar yaşıyorum, ne o eski dukkan nede o eski mekanlar var meydanda, sadece kocaman bir bina hepsi okadar. Derin bir sessizlik icinde hapsolmuş gibiyim, hic insansiz köy olurmu diyorum icimden, oysa bizim zamanimizda boylemiydi, acı gerçek ağır geliyor dirençsiz bedenime ve ruhuma. Birden  şarkıya geri dönüyor nakaratını mırıldanıyorum. İçimden usulca  Kana abla üzülmekle, kaygılanmakla ne kadar  haklıymışsın diyorum.

anılar, anılar, şimdi gözümde canlandılar

anılar, anılar, beni bu akşam ağlattılar


Cevat ÇIRAK

21.12.2018

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yediler Ormanında Kayak

Yaşar Kemal Usta ile UBUNTU'YU konuştuk.

Naim Süleymanoğlu