Deska Gradina



                                Deska Gradina*

                                 



Annemin üçüncü yada dördüncü kez,kalk mektebe geç kalacaksın sesi geliyordu.
Etrafımda yeşillikler, ağaçların dallarında kuşlar nazlı nazlı şarkı söylüyordu
Bizim komşunun arabacı köpeği şarik etrafımda dolanıp duruyor, oyun istiyordu
Oysa ben çayırlarda meralarda dolanıyor, pırıltılı güneşin içimi ısıtmasından keyif almaya bakıyordum.
Kalk artık işe geç kalacam, hadi sende geç kalıyorsun yapma ba uşağım, hadi ama, ben tam o sırada gözümü açıverdim. Sabah uykusu öyle tatlı ki, hem ruya hem dış sesler öyle güzel ki, seni mışıl mışıl uykun ve yatağından kaldıramıyor.
Hemen kalktım, ama bana da yazık, daha 6-7 yaşlarında küçük bir çocuğum,
Hele hele şimdiki gibi kış aylarında uyanmak öyle zor ki. Ama dedim, kalktım artık diye kendini teselli etsen de annen olmasa kalkamıyorsun, işte,
Annem masa örtüsüne benzeyen kumaştan dikilmiş önlüğümü giydirince biraz kendime gelebildim sanırım, hadi bakalım mektep yolu bizi bekler, çıkalım diyerek giydim kışlık botuşlarımı (botlarımı).

Her yerler bembeyaz, tarlalar sanki kar yorganı ile örtülmüş gibi,
içimden üşümezler mi ki, hele ağaçlar bu soğukta nasıl ısınıyor, nasıl oluyor bu işler düşünüyorum ama bir türlü akıl sır erdiremiyorum. Ama normal, çünkü ben daha bu konuları bilmek için uşak (çocuk) yaştayım, Kafam karman çorman, bir elim annemin himayesinde mektebin kapısına yaklaşıyoruz. Bizim evimizle mektep arası 15 dk ama iyi ki anam var yanımda, O Hristo aganın pıykaları (hindileri) varya onların evinin önünden geçerken beni hep kovalıyorlar, çok korkutuyorlar beni, ama hiç ses çıkartamıyorum, sesimi duyunca daha saldıran oluyorlar.

Neyse geçtik o tehlikeli bölgeyi çok şükür.
Okul kapısında muallime beni bekliyor, hadi hadi çabuk üşüdün gir içeri
sobanın yanında ısıt ellerini diye beni içeri yönlendiriyor, annemle yarım kalan konuşmasını tamamlamaya çalışıyordu

Okul kapısı kapandığında içerde montumu çıkartmış, benden sonra gelen
köyümüzün farklı mahallerinde oturan uşakları keyifle izlemeye beklemeye  çalışıyorum.

Muallime hanım şöyle elinle bizi sayıyor, hemde mırıldanıyordu, biri hasta gelemeyecek, biri daha gelmedi geri kalanların hepsi burda, sayı tamam diyor içinden,

Hadi tek sıra olun bakem, stola (yemekhaneye) ineceğiz zakuska  (kahvaltı) yapalım. güne güçlü kuvvetli başlayalım, bugün yapacak çok işimiz var diyor ve sıranın arkasından bizi takip ederek bodrum katına doğru ilerliyoruz.

Stol'da tek sırayız, elimizde tepsiler, sırayla konulan zakuskalarımızı (kahvaltımızı) alacağız. Önce koca bir tas (çorba tabağı) ıhlamur çayı, ama şimdiki gibi değil, çayın ilk demini içmiyoruz, sonraki çıkan kırmızı suyunu çay olarak biliyoruz. Başka bir tabakta beyaz peynir, bir adet kremiş (tavuk sosisi),
ve istediğimiz kadar dilimlenmiş ekmek alıyoruz yemek masalarımıza geçiyoruz.
Sanki çoğumuz anlaşmış gibi aynı anda önce bir tas sıcak çayın içine ekmek doğruyoruz, tası ağızına kadar tepeliyoruz, sonra kaşıkla azıcık orasını burasını sıkıştırıyoruz, e daha işimiz bitmedi ki, tabaklarımızdaki peynirleri de ekmekli çayın üstüne serpiştirdik mi zakuska yenmeye hazır hale geliyor. Ben genelde peynırili kısımları bitene kadar yerdim sonrasını da doymayan arkadaşlara verirdim, vermezsem öğretmen bana yedireceki ziyan etmek yok öyle. Israf etmek, ziyan etmek, kıymetini bilmemek, öyle çöpe ekmek atmak, yemek atmak, biz öyle şeyler bilmiyoruz ki, öğretmediler, yasak. Bize hep yiyeceğin kadar al, tabakta hiç birşey bırakma, katık et, acele etme yavaş yemeği  öğrettiler. İyi ki de öğretmişler, şimdiki öğrencilere bakıyorumda bu öğretilerden eser yok.
Kahvaltı bitince haydi bakalım tekrar sınıflara,  ders var, çalışmalar öğretmenler eşliğinde başlasın.
Muallim yüksekçe  bir ses tonuyla : Çocuklar bugün kartondan gemi yapacağız, herkes makaslarını ve lepillerini (yapıştırıcı ) hazırladı değil mi? Kimseden ses yok, kimse anlamadı mı yoksa herkes korktuğu için soru mu soramıyor diye merak ettiniz değilmi :). Hayır hayır tahmin ettiğiniz gibi değil. Evet anlamadılar ama neden  anlamadılar, hemen merakınızı gidereyim.  Öğretmen ilk seslendiğinde prosedür gereği, talimat gereği soruyu bulgarca sordu da ondan kimse bir şey anlamadı. Nasıl anlasın 6-7 yaşındaki çoğunluk türk ve bir kaç çingene çocuklarıyız hepimiz. Koca sınıfta bir tane bulgar öğrenci yok ki, kimse bulgarca bilmiyor, çünkü biz evlerimizde ana dilimizi konuşuyoruz.
Bizim Muratlar köyü (bulgarca adı Buynovo) 650 haneli Eski Cuma (Tagovishte) iline bağlı bir köy olmasına rağmen, köyde yaşayan bulgar aile sayısı toplasan 10 haneyi geçmez. Köyümüzün anaokulunda olduğumuz  okuduğumuz yıllarda da tesadüfen bir tane bulgar öğrenci arkadaşımız yok.Okulumuzda Türkler ve Çingeneler müslüman kardeşler, harale gürele hayatımıza devam ediyoruz.
İşte o ses yeniden duyuluyor ama, bu sefer türkçe olarak devam ediyoruz, muallime de zaten türk, oda meraklı değil bulgarca konuşmaya ama, ne yapsın zakon (kanun) böyle. Başlıyoruz kartondan gemi yapmaya, üstümüz başımız karton ve yapışkan oluyor, çalıştığımız masaların üstü seyyrar satıcı dükkanı gibi. Gemilerimiz tamamlanmış ama hepsi gemiye benzemiyor, olsun diyor öğretmen ziyane yok, gene yaparız, ozaman daha güzel olacak. Hiç bir çocuğu üzmüyor yani, tam tersi teşvik ediyor, moral veriyor. Ah o öğretmenler canım öğretmenler.
Saatler yerinde durmuyor ilerliyor, ve saat onikiyi gösterdiğinde gene yemek saati gelmiş demektir. Biz de acıktık zaten, o yüzden hepimiz bu durumdan çok memnunuz, yaşasın yemek yemek.

Evet yine bodrumdaki yemekhanede yemek alma sırasındayız. Hepimiz menüde ne var merak ediyoruz,  herkes fısıl fısıl, öndekiler arka sıradakilere gördüklerini aktarmaya çalışıyor, sıranın sonundakilere haber gelene kadar menü başkalaşıyor, değişiyor. Am olsun, tepsimde şu an supa topçeta (misket çorbası), bizim ora üsülü musakka, desert (tatlı) olarak sütlaç var. Hepsi bugün okul yemekhanesinde taze sebze ve gıdalardan hazırlanmış, hepsinin dumanı taptaze ve hiç abartmıyorum tamamı misler gibi kokuyor.

Yemekler yeniyor, ve tekrar sınıflara doğru yol alıyoruz. Saatler öğlen olduğunu anımsatıyor. Herkes ne yapacağını biliyor, Önce pijamalar giyilecek, sonra dişler fırçalanacak ve ders odasının yanındaki yatak odalarında saat ikiyle dört arasındaki öğle uykusuna yatılacak.  Hepimiz hazırız yatakların içindeyiz, muallime gelecek iyi uykular dileyecek ve bizde  2 saat uykuya dalacağız.
Benim en çok sevdiğim saatlerdi bu anlar, hemen dalıp uyumak, ve bir an önce o sevdiğim sahneyi tekrar yaşamak için sabırsızlanıyordum. O merak ettiğiniz sahneyi her gün yaşıyordum ama her seferinde benim için ayrı bir zevk, keyifli bir anı olarak hafızama kazıyordum.

Evet öğretmenin kalk sesini duyduk, uykumuzu almışız, deliler gibi koşturuyoruz, yüzler yıkancak, pijamaların yerine o kareli ana okulu önlükleri tekrar giyilecek. Benim keyiften, sizin meraktan beklediğiniz o sahneye az sonra  sıra gelecek,, sabırlı olun bakalım, öyle kolay değil bu işler :)
Ama biraz daha meraklandırayım sizi, acele etmeyin bakalım, güzel şeyler öle hemen gerçeklemiyor :).  Muallime tekrar bizi saymaya koyulmuş, bizim ise konuyla hiç mi hiç  alakamız yokmuş gibi davranıyoruz. Hepimizin gözleri yemekhaneden gelen aşçının sevgiyle, büyük bir özenle hazırladığı o muhteşem nefis mi nefis mucizeye bakıyor. Aşçı öyle özenerek hazırlıyor ki, görseniz, siz de bana hak vereceksiniz! Ne yapıyor biliyor musunuz, ince dilimlenmiş taze köy ekmeğinin üzerine terayağ sürüyor; Ama nasıl sürüyor,  sıcak ekmeğin üzerine dolaptan çıkartılıp bekletilmiş yumuşamış tereyağı, nasıl süzülerek yayılıyor, o yayıldıkça ekmek yağı emiyor, tereyağ nazlanıyor, ekmek onun nazını anlıyormuş hak veriyormuş gibi usul usul onu içine çekiyor ve yumuşuyor. Ekmeğin buharının kokusu değişiyor, tereyağ ile harmanlaşmış ekmeğim kokusu açlık güdülerimizi coşturuyor,  ağızımıız sulanıyor, karınlarımız gürüldüyor, o nasıl bir lezzet öyle, insan ne yapacağımını nasıl beş dakika daha sabredeceğini  bilemiyor.''Dağlarına bahar gelmiş memleketimin '' durumu yani.

Tereyağlı baharatlı taçlandırılmış ekmekler dağıtılmaya başlanıyor. Sıra bana geliyor, hakkıma diğer çocuklardan daha büyük bir dilim düşsün diye dua emiştim, ve nihayet  duam kabul olmuş, en büyük dilimlerden bir benim elimde, şükürler olsun. Çekiliyorum bir köşeye dalıyorum tereyağlı ekmeğimi yemeye. Bir yandan keşke başka bir dilek dileseymişim diyorum içimden, Bu ekmek neden bu kadar hatırımda iz bıraktı biliyor musunuz, nerden bileceksiniz. Bizim orada bir baharat vardır, bilenler bilir, biz onsuz şurdan şuraya adım atmayız, öyle bir tamamlayıcı lezzet ki bu mübarek, anlatılacak gibi değil. Bizi ona şaren sol deriz (alaca tuz, yada renkli tuz** neredeyse ayrılamaz bir parçamızdır o bizim. Yemeklerin tadı onunla tamamlanır, bir dilim ekmeğin üzerine sepeleyin (serpiştirin) bakın görün neler oluyor, Bilenlerin nasıl da canı çekmiştir şimdi, öyle değil?)  Bu nefis tadı kullanmış olup bilmeyenlere hatırlatayım, hemen koku şöyle bir burunlarının önünden süzülüp geçiversin. Hani şu prinsesa yapıyoruz da siz görmüyorsunuz üzerine o renkli  baharatlar karışımından ekilir, misler deliler gibi kokar, işte odur o renkli tuz dostlar. (Ben ne yapıyorum böyle, yeter bu kendime çektirdiğim işkence canım çekti, konuya geri dönelim)

Öğretmen tereyağ ile donatılmış ekmek dilimlerinin elimizden midemize uçup gittiğini görünce, haydi çocuklar temizlenelim, ellerimizi yıkayalım, saat beşe geliyor, aileleriniz siz almaya gelecek, hazır olmalıyız, diyerek odamızın sol köşesindeki masanın sandalyesine oturarak defterine notlar almaya başlamıştı bile.




Dostlar yıllar ne çabuk geçiyor öyle değil mi?  Benim size dilim döndüğünce aktarmaya çalıştığım bu anılar en az  40 yıl önce yaşanmış anılar. Bulgaristanın Eski Cuma ili Muratlar köyünde yaşandılar. Üzerinde düşünülmesi gereken çok mesele var. 1970'li yıllarda devlet tarafından sağlanmış bu imkanlarla büyüyen  dönemin çocukları olan bizler, bu günleri hiç ama hiç unutamıyoruz, Bugünkü eğitim sistemine ve imkanlarımıza bakıyorum da, bizim  40 yıl önce yaşadıklarımız ne muhteşem ne değerli yıllarmış demeden edemiyorum.

Elbette her hikayenin bir sonu olacak, her olaydan bir ders çıkartılacak, her  iyi hissetiren anı belki daha onlarca kez tatlandırılarak ballandırılarak yeniden ve yeniden anlatılacak, yeni nesillere aktarılacak, fakat hiç bir zaman bu güzel mutlu günler  unutulmayacak.  Hey gidi akıp gidenler yıllar hey.

Cevat ÇIRAK
20.12.2018

* Anaokulu
** içinde tuz pul biber, boyotu, iştah açıcı kekik ve mısır unu buluan bir karışım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yediler Ormanında Kayak

Yaşar Kemal Usta ile UBUNTU'YU konuştuk.

Naim Süleymanoğlu