Köyde Kurbağa Yarışları



                                            Köyde Kurbağa Yarışları


O gün günlerden hangi gündü derseniz hatırlayamadım. Hava sımsıcaktı, doğa canlanmaya başlamış, bahçelerimizdeki ağaçlar çiçeklerini açmış, hatta bazıları, çiçeklerini dökmeye başlamış, meyvelerini küçük şımarık sevimli bir kedi yavrusu gibi sevgi ile büyütmeye başlamışlardı bile. Tusuz Çeşme (Buzluca Çeşmesi) ile Tepelilerin demir işliği olan Hasan dayımın evlerinin önündeki polananın (meranın ) otları büyümüş hatta bir karışı çoktan geçmişti. Biz aşağı mahalle uşakları bu merada en çok çelik çomak oynamayı severdik. Ne oyundu ama, kafamız dahil çürümedik, ezilmedik morarmadık yerimiz kalmazdı, ama biz hiç şikayetçi değildik. İşte ben bu meranın üzerindeki çimlere uzanınca sanki purjinalı (yaylı) yatakta yatar gibi hissederdim. Mustafa Kocababamın (dedemin) evi de benim güneşlendiğim meranın batısında yer almaktaydı. Çok yakındı kocabamın (dedemin) evi aslında, ama sayalar tarafından gelen bir dere polana (mera) ile ev arasında olduğu için nedense benim o yaşlardaki çocuk kafamda çok uzak görünüyordu. Bizim aşağı mahalle çocukları biraz yaramaz zıpır çocuklardı, sadece onlar değil bende onlar gibiydim, hatta daha yaramazdım diyebilirim.
 O merada oynarken, sadece hoplayıp zıplamazdık,  aklımıza ne cinlikler gelirdi bir bilseniz. Bugün gene her zamankinden daha bir  formumdaydım, yine bir cinlik  aklıma gelmişti, ve hemen denemeliydim. Sırt üstü uzanmış merada güneşlenirken eğlenceli olacağını düşünüyordum, aynı zamanda kendi kendimle diyalog halindeydim, uzaktan bakınca deli gibi bir haldeydim, hayalimle gülüyor konuşuyordum. Bir Kurbağa ile denemiştim çok güzel olmuştu, şimdi dedim ki ne kadar kurbağa bulursam hepsine aynı şeyi yapacağım ve daha sonra arkadaşlarıma haber vereceğim, onları şaşırtacaktım. Planım hazırdı, şartlar benden yanaydı, okul da yoktu, dersleri düşünmeden bir an önce harakete geçmeliydim. Ligor aganın sebze bahçesini sulamak için köyümüzün içinden geçen Beli Lom deresinden bir su yolu açılır, tam bahçenin girişinden geçici bir duvarla kesilerek, özetle topraktan duvar yapılarak suyun birikmesi ile orta ölçekli sayılabilecek büyükçe bir göl oluşturuldu. O gün ben suya  girdiğimde fark etmiştim gölde bir insan boyuna yakın su toplanmıştı. Biz zıpır yaramaz  köy uşakları yazın bile buz gibi akan Beli Lom deresinin sularında yüzmeyi çok severdik. Daha da keyifli olması için mahallemizin mandaları ve malakları ile beraber yüzmekten bambaşka bir keyif alırdık. Mandalarla birlikte yüzünce derenin suyu çamur gibi olurdu, farkında olmadan çamur banyosu da yapar dururmuşuz aslında, ama biz nerden bileceğiz o yaşlarda çamurun banyosu olduğunu becanım, uşaktık  biz o zaman. İşte biz arkadaşlarla ve mandalarla yüzerken kurbağalar da bize katılırdı. Ne keyifli bir hayatımız varmış, yazarken bile o günleri nasıl özlüyorum. Düşünsenize Beli Lom deresindesin içide malaklar, mandalar, yanında kurbağalar kazlar ördekler, birde biz uşaklar hep beraber yıkanırdık. Suyun altındaki balıkları saymıyorum, çünkü onları göremiyorduk, hesaba katmıyorum onları.. Masallardaki kahramanlar gibiyiz yani, bildiğiniz gibi değil. Ben biraz güneşlenip yine uyduruk gölün içinde buluyorum kendimi, bir kurbağa vırak vırak yanımda dolaşıp duruyor, etrafımdan dönüyor, suya dalmak istemiyorda sanki benimle oyun oynamak istiyor hayvan. Hava çok güzel, hayvan deyip geçme oda güneşlenmek istiyor diyorum içimden,  moralim düzeliyor, çocuk ruhumu okşuyor bu düşüncem. Kurbağa tam bana sırtını dönmüş uzaklaşacakken sağ elimle yakaladım kurbağayı, çamurlu suyun  içinde yürüyerek sudan çıktım, meraya oturdum, ve etrafıma bakmaya başladım. Oturduğum yerden sağa sola döndükçe de üzerimdeki kara gaşta'dan (boxer siyah kilot) akan sular çimlerle buluşuyor adeta onlara bu sıcak havada kısmen de olsa hayat veriyorlardı.
Ben etrafımda dolanıp duruyordum. Aradığım kuru bir saman sapıydı, biraz zaman aldı fakat nihayet aradığımı bulmuştum. Kurbağayı sol elime aldım avuçladım ve iyice sıkıştırdıktan sonra; hadi dedim benekli yeşil kurbağa, biraz sık dişini, hiç canın acımayacak. Saman sapını kurbağanın poposuna soktuktan sonra derin ve sık nefes alarak kurbağayı planladığım gibi şişirmeye başladım. Çok uzun sürmesin, kurbağa işkence çekmesin diye olsa gerek, hızla şişirmiştim, çocuk aklı işte. Elimdeki kurbağa davul derisi gibi gerilmiş, kocaman olmuştu,  sonra onu koşar adımlarla götürdüm suyun üzerine bıraktım. Bu arada çok dikkatliyim, hiç bir haraketini kaçırmak istemiyorum. Kurbağa suyun üstünde bir o yana bir bu yana savrulmaya çalışıyor lakin hiç bir haraketi ile  sonuç alamıyordu. Ben bu arada dalmayı denemesini istiyordum, ve heyecandan daha yakından izlemeye devam edebilmek için dizlerime kadar tekrar o meşhur çamurlu göle girmiştim bile. Mandalar yavru malakları ile hiç oralı olmuyorlar, keyiflerine keyif katarak güneşleniyorlardı. Güneş yükselmiş olmalıydı, çünkü benim kafamın tepesi sıcaktan yanıyordu, tamamen içgüdüsel olarak kafamı soğutmak için gövdemin tamamını suyun içine bırakıvermiştim. Su çamurluydu ama aynı zamanda serindi ve bana çok iyi geldi. Ellerimle yüzümü kurularken bir de ne göreyim benim kurbağa da az ilerde dalmaya çalışıyor ama içi hava dolu olduğu için dalamıyordu. Kurbağa daha sonra bir çok kez denemesine rağmen başarılı olamıyordu, uzun zaman suyun üzerinde kaldığı için güneşten de sırtı derisi iyi ısınmış olmalı ki, huzursuzluk onu daha çok geriyordu. Gerildikçe de benim nefesimle içine üflediğim hava yavaş yavaş çıkıyordu. Nihayet kurbağa eski normal boyutlarına ulaşmış, tekrar suya dalmaya başlamıştı. İşte size o bahsettiğim müthiş fikir buydu. Şimdi bu müthiş fikri geliştirmem gerekiyordu. Aklım hemencecik çalışmış fikrime cevap vermişti. En az diyordum  en az 5 kurbağa yakalamalıyım ve şovumun hazırlıklarını tamamladıktan sonra arkadaşlarıma haber verip onlara parlak fikrimi sunmalıyım.  Lakin yardıma ihtiyacım olacaktı, beş kurbağayı aynı anda  şişirmem mümkün omayacaktı. İşte bu yüzden arkadaşlarımın yardımına ihtiyacım vardı. Karnım acıkmış biraz da susamıştım ama aklıma koyduğumu yapacaktım, sabırsızlanıyor hızlı ve seri  haraket ediyordum. Kısa sürede bir küçük kapalı havuzun içine tam tamına 6 kurbağa kapatmıştım. Artık Harakete geçme zamanıydı, merada benden bihaber arkadaşlarım kendi aralında futbol maçı yapıyorlardı. Bir ıslıkla arkadaşlarımı yanımda bulmuştum, belli ki onlarda futbol maçından sıkılmışlardı ki, hemen yanımda bitiverdiler. Arkadaşlarıma durumu izah ettikten sonra oyun başladı. Son anda oyunun kurallarını değiştirmiş olmam onları da heyecanlandırmıştı. Altı kurbağayı altı arkadaşım şişirecek, bir arkadaşımız hakem olacak, iki arkadaşımız başlama çizgisi için bir ip bulacak başlama yerini belirleyecek, iki arkadaşımızda  finiş çizgisi ipini tutacaktı. Heyecan fırtınasına hazırdık. Kurbağalar şişirilmiş olarak avuçlarımızda depinip duruyorlardı. Dizlerimize kadar derenin içindeydik artık, start cizgisinin önünde mi demem gerekiyor bilemiyorum ama biz ve kurbağalarımız yarışa hazırdık. Tam 2 metre mesafede finiş çizgisi duruyordu, gözler bir o çizgiye bir de elimizde kıvranan kurbağalardaydı. Hakemin başlama düdüğü ıslık sesiydi, duyar duymaz ellerimiz açılmış ve kurbağalar kendi kulvarlarından hızla yarışmak üzere tarafımızdan  fırlatılmışlardı. Ortalık harman yeri gibi oluvermişti, bizler suyun üstünde hoplayıp zıplarken göl tamamen çamur oluvermişti. Hepimiz suya dalıp çıkıyor kurbağalarımızı ürküterek yarıştan birinci çıkmaya çabalıyorduk. Mandalar bizim gürültümüzden rahatsız olmuş güneşlenmeye çıkmışlardı,  ördekler ve kazlar zaten tırsık ürkek havyanlardı çoktan evlerine sıvışmışlardı bile. Kurbağalar bir yandan içlerindeki havayı boşaltmaya çalışırken bir yandan da bizden uzaklaşmanın hesapları içerisinde gibiydiler. Bizim ise en deli dolu, neşe dolu, keyifli anlarımızdı. Yarış bahaneydi am  kurbağaları yarıştırmak şahaneydi. Emin olun o anlar gerçekten muhteşemdi. Artık yarışın bir önemi yoktu zaman durmuştu. Çamurlu gölün içendiki oyunumuz saatlerce sürmüştü,  güneş batmak üzereydi. Karınlarımız gurulduyordu, deli gibi  açtık, temiz suya muhtaçtık, kirliydik, hepimiz çamur içerisindeydik ama kimse bundan rahatsız değildi, çünkü biz o keyifli anlarda dünyanın en mutlu çocuklarıydık. Nice güzel yarınlar ertesi günler, bir sonraki günler bizim maceralarımızla renklenmeyi bekliyordu. Biz Eski Cuma Muratlar köyünün çocuklarıydık, kimse bizim mutluluğumuza engel olmadı, olamazdı, her yeni gün mutluluğumuz için tanrının biz çocuklara armağanıydı, güneş epey yol almış yediler ormanın arkasına kadar varmıştı. Mutlu keyifli deli dolu günlerimiz sanki hiç bitmeyecek gibiydi...

Cevat ÇIRAK
04.04.2018

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yediler Ormanında Kayak

Yaşar Kemal Usta ile UBUNTU'YU konuştuk.

Naim Süleymanoğlu