Var mıydı Yok muydu?

Her zaman olduğu gibi,
yine Çarşamba ve yine,
Rusça dersi günüydü.
Dersin Öğretmeni,
Kocaman bir Rus kadın
lakabıYorgova, kısa boylu,
çok şişman ve yapılıydı.
İri cüssesi ile
sınıfa girer ağır adımlar atar,
kendi kendine konuşarak,
masaya adeta oturmaz
komple istila ederdi.
Elinde uzun sopası,
gözlükler gözle burun arasında,
usulca sınıfı kontrol ederdi.
Köy Okulumuzdaki en şişman öğretmendi.
Her zaman ciddi, bir o kadar titiz.
Dersi dinlemeyeni, çalışmayanı
hiç affetmez o meşhur sopasıyla
kafasının ortasına vurarak cezalandırırdı.
Kendisi Rusyadan ülkemize gelmişti.
Bir dönem en iyi Rusça öğretmeni olarak bilinirdi.
Ama biz öğrencilere kimse sormazdı,
iyi mi kötü mü, seviyor sayıyor muyuz diye.
Rusça dersinden çok başka bir ünü,
marifeti ile tanınırdı aramızda.
Kendisi komünist olduğu için,
hep dinlerin olmadığından bahis eder,
inanmayın, aldanmayın, sömürülmeyin,
kendinize yazık etmeyin diye nasihat ederdi.
Gel zaman git zaman okul bitti,
en sevdiğimiz yaz tatili zamanı  geldi çattı.
Her sene okullar tatil olunca asıl tatiller
eğlenceler dönemi başlardı bizim için.
Hepimiz çok mutluyduk,
bize gezmek olsun, diyar diyar
gezer yorulmazdık.
Ama bu yaz çetin geçecekti,
aldığımız haber tam bir felaketti.
Rusça Öğretmeni de bizimle,
tura katılacak, bize rehber olacaktı.
Bulgaristan turu denince bize
büyük bir dünya turu gibi gelirdi.
Oysa küçük fakat çok güzel bir ülkede,
yaşadığımızı gezdikçe anlıyorduk.
Gezi başlamış Yorgova'ya rağmen
üçüncü günümüz nihayet bulmuştu.
Geceyi Gabrovo şehrinde bir okulun
sınıflarında, yerde yatarak geçirecektik.
Her şey planladığı gibi gitmiyordu,
battaniyelerimize sıkı sıkı sarılmış,
bir sağ bir sola dönerek geçiyorduk geceyi.
Uyuyamıyorduk, saat sabahın ikisini
geçmek üzereydi, ama sağanak şiddetini
 ve vahametini sürdürerek devam ediyordu.
Sadece deli gibi yağmur yağmıyordu,
gök gürlüyor, şimşekler çakıyordu.
Korkudan hepimiz ölmek üzereydik, lakin,
Rusça öğretmeni Yorgovadan çekiniyor,
nefes almaktan korkuyorduk.
Bundan daha kötüsü olur mu demeyin, olur.
Maalesef kendisi ile aynı sınıfta geceliyorduk.
Hani korkumuzun şiddeti yüz birim ile,
ifade edilse Yorgova'dan dolayı,
bizdeki korku diğer sınıflara göre,
yüzbeş birim hissediliyordu. Beş birim eksta hoca payı.
Gök gürlüyor, şimşekler çakıyor,
kapılar pencereler zangır zangır titriyordu.
Saatler sabahın üçüne doğru yol alırken,
birden hiç unutamayacağım bir şey oldu.
Sınıfın içinden kocaman bir karaltı göründü,
bana göre üç insan eninde bir buçuk insan boyunda,
devasa bir gölge ayağa kalktı.
İlk önce anlayamadığım bir takım
hareketler içerisindeyken, heyecanlı ve
kısa kısa mırıldanarak başı yukarıda konuşuyordu.
Eminim benden başka da gören vardı ama,
korkumusundan ses çıkartamıyordur diye düşündüm.
Durumum gerginlikten başka bir hale evriliyordu.
Kendimi toparladım, ve ne dediğine kulak verdim.
Bulgarca Rusça aynı dilde zaten, sadece duymuyor
anlıyordum dediklerini.
''Bog da pomogne, bog pomogni, boje gospodi,
mırıldanmalarını duyuyordum.
Allah yardım etsin, Allahım yardım et, Allahım büyüksün,
demekti Türkçesi.
Dizlerinin üzerine kalkmış bu kocaman gölge,
bir takım haraketler yapıyordu. Yağmur ve gök gürültüsü
şiddetini arttırıyor, sınıfta çocuk varmış yokmuş,
hiç kulak asmadan acımısızca yağmaya devam ediyordu.
Yorgova hocamız sadece dua etmiyor,
aynı zamanda  hac çıkarıyordu. Bir başka değişle,
bize Allah yoktur, dinler hurafedir diyen büyük
komünist, koca Rus Yorgova İstavroz çıkarıyordu.
Yani latince adı  'Signum Crucis' icra ediyordu. 
Artık yağmuru ve gök gürültüsünü duymaz olmuştum,
korkunun yerini başka bir duygu devralmıştı.
Ben hocamızın dediklerini hep dilemiştim ama,
anneannemin bana öğrettiği duayı yağmur ve gök
gürültüsünde sürekli tekrar etmiştim.

Rabbiyesir vela tuassir Rabbi temmim bil-hayır.

Anlamını çok sonra merak edip öğrendiğim dua,
meğerse ne kadar  anlamlı ve güzelmiş;
Rabbim işimi kolaylaştır, güçleştirme,
Rabbim bu işi hayırla tamamla!.

Koca komünist  Rusu dua ederken gördükten sonra,
içimden dedim ki iyi ki anneannem var iyi ki bana
bu duayı daha sekiz yaşımda öğretmiş ezberletmişti.

Gezimiz ertesi gün kaldığı yerden devam etti,
Hocamıza bu konuyu hiç açamayacaktım biliyorum,
hiç açmayı da düşünmedim zaten.
Ben dersimi almıştım, anlamıştım her şeyin masal olduğunu.
Hatırladıkça, o kabus dolu gece aklıma geldikçe,
içimdeki ses , o da biliyordu diyordu, oda biliyordu.

Var mıydı yok muydu sorusu çok gereksizdi.

Cevat ÇIRAK 
19.03.2018
https://cirakcevat.blogspot.com.tr
https://cevatcirak.wordpress.com



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yediler Ormanında Kayak

Yaşar Kemal Usta ile UBUNTU'YU konuştuk.

Naim Süleymanoğlu