Kayıtlar

VASATIN GÖLGESİNDE SİYASET

Resim
VASATIN GÖLGESİNDE SİYASET Parti İçinde Korkunun Adı: Liyakat Bir ülkenin siyasetini anlamak istiyorsan, önce onun parti teşkilatlarına bak. Çünkü siyaset, zirvede değil, en aşağıda yoğrulur. Ama ne yazık ki bugün birçok partide, özellikle il ve ilçe örgütlerinde bir sessizlik hastalığı dolaşıyor. Kimse “yanlış” demiyor; çünkü “yanlış” demek, görevden alınmakla eş değer görülüyor. Parti yöneticileri, kendilerinden zeki, üretken ya da halkta karşılığı olan insanlardan çekiniyor. Çünkü o insanlar bir gün yerlerini alabilir. Bu yüzden, çevrelerine çoğunlukla “sorgulamayan” ekipler kuruyorlar. Oysa siyasetin omurgası fikirle, eleştiriyle, tartışmayla güçlenir. Ama vasatın hâkim olduğu yerde fikir değil, biat konuşur. İlçe Başkanlıkları mı, Yoksa Küçük Krallıklar mı? Birçok ilçe örgütü, bugün birer minyatür iktidar odasına dönmüş durumda. Kapısından girerken fikirlerin değil, sadakatin ölçülüyor. Meclis üyeleri, ilçe yöneticileri, gençlik kolları, kadın kolları... Hepsi, “liderin hoşuna gid...

Bir Vicdan Mirası: Aliya İzzetbegoviç’i Anarken

Resim
Bir Vicdan Mirası:  Aliya İzzetbegoviç’i Anarken Bazı insanlar ölmez. Onlar sadece bedenen aramızdan ayrılır, ama fikirleri, sözleri, duruşları çağları aşarak yaşamaya devam eder. Aliya İzzetbegoviç işte o insanlardandı. Bosna’nın bilge lideri, Avrupa’nın ortasında Müslüman kimliğiyle hem aklı hem kalbiyle direnen bir bilge. Savaşın karanlığında bile “intikam değil adalet” diyebilen bir yürek… Toprakları yanarken bile, insanlık onurunu kaybetmeyen bir devlet adamı… O, tankların gölgesinde kitap yazan bir düşünürdü. Ve her satırıyla bize şunu öğretti: “Biz ölmeye değil, yaşamaya layık bir toplum kurmak için savaştık.” Bugün onun ölüm yıl dönümünde sadece bir lideri değil, bir vicdanı anıyoruz. Aliya, bize sadece bir Bosna bırakmadı; insanın hem özgür hem ahlaklı olabileceğini kanıtlayan bir miras bıraktı. O miras, hâlâ ayakta kalmaya çalışan her adil insanın yüreğinde yankılanıyor. Ey bilge lider, senin “Doğu ile Batı arasında İslam” diyerek çizdiğin o köprü, hâlâ insanlığa yol göst...

Yaşamadığın ülkenin kaderini belirleme.

Resim
“Yaşamadığın Ülkenin Kaderini Belirleme” Dünya küçüldü; bavullar, vizeler, pasaportlar hayatın rutini oldu. İnsan bir ülkede doğuyor, başka bir ülkede yaşıyor, üçüncü bir ülkenin siyasetini tartışıyor. Ama şu soru giderek daha gür bir şekilde yankılanıyor: Bir ülkenin havasını solumadan, ekmeğini bölüşmeden, yükünü taşımadan o ülkenin geleceğine karar verebilir misin? Vatandaşlık bir kimliktir; ama aidiyet, yaşadığın hayatın içindedir. Bir ülkenin sokaklarında yürümüyorsan, market kuyruğunda beklemiyorsan, elektrik faturasını görünce iç çekmiyorsan, o ülkenin gerçekliğinden kopmuşsundur. Ve kopuk olduğun bir hayatın kaderine oy vermek, vicdani bir çelişkidir. Sandığa uzanan her el, aslında bir sorumluluk taşır. Ama bazı eller, kilometrelerce öteden uzanıyor — o ülkenin sabah trafiğini, işsizlik kaygısını, pahalılığını bilmeden. Bu durumda oy, bir tercih olmaktan çıkıp, bir yansıma yanılgısına dönüşüyor: Kendini hâlâ orada sanan ama orada yaşamayanların nostaljik dokunuşu. Oy hakkı, sad...

Eğitimli Seçmen, Eğitimsiz Temsilciyle Yönetilmeye Çalışılıyor

Resim
Eğitimli Seçmen, Eğitimsiz Temsilciyle Yönetilmeye Çalışılıyor Bir ülkenin kaderi bazen sandıkta değil, okul sıralarında yazılır. Diplomalar duvarda asılı kalır, gerçekler karanlıkta kalırsa, seçmen etiketsiz kalmaz mı? Bugün Türkiye siyaseti tam da bu ikilemle yüzleşiyor: Seçmen yükseliyor, temsilcisi geride kalıyor. Kültürel uçurum, siyasetin dilini donuk ve kadrolarını paslı hâle getiriyor. Eğitim, sadece diploma değil; doğruyu arama cesareti, eleştiri kültürüdür. Sorgulamayı susturan, sadakati ödüllendiren her sistem, sonunda kendi aynasında erir. Yıllardır aynı yüzler, aynı söylemler, aynı sonuçlar… Yeni fikirler kapıdan bakıyor ama içeri giremiyor. Gençler “daha sonra”, kadınlar “şimdilik değil” denilerek öteleniyor. Oysa dinamizm olmadan siyaset yaşlanır ve halkın nabzını tutamaz. Eğitimli seçmen artık sabırlı değil. Duygusal slogan değil, akıl ve sonuç istiyor. Temsilcinin dili tutarsız, fikri yüzeysel olursa güven düşer, oy değil vicdan kaybolur. Bir ülkenin geleceği, ünvan ta...

Tepeden Atama, Tabandan Kopma

Resim
Tepeden Atama,  Tabandan Kopma Bir mağazada çok gömlek satan tezgahtarı hemen mağaza müdürü yapmazsınız. Çünkü satış başka, yönetmek başka bir beceridir. Yönetici olmak; sadece iş yapmak değil, işi planlamak, yönlendirmek ve başkalarına doğru yaptırabilmektir. Aynı şekilde siyasette de böyledir. Bir partili, çok broşür dağıtıyor ya da pazar yerinde sesi çok çıkıyor diye ilçede yönetici yapılmaz. Yönetim koltuğu, sadakat gösterene değil; vizyon koyabilene, strateji geliştirebilene ve halkı arkasından sürükleyebilene emanet edilir. Bir İlçede Yöneticinin Olmazsa Olmaz Yetkinlikleri Liderlik: İlçe teşkilatını ortak hedefler etrafında toplayabilmek. İletişim: Halkla, muhtarla, sivil toplumla ve basınla güçlü bağlar kurabilmek. Organizasyon: Seçim çalışmalarını stratejik biçimde planlayıp uygulayabilmek. Siyasi Bilgi: Hem partinin politikalarına hâkim olmak hem de yerel ve ulusal gündemi yakından takip edebilmek. Güvenilirlik: Dürüst, güven veren, halkın itimat ettiği bir karakter sergi...

Unutulan İsimler, Dağınık Kalabalıklar

Resim
Unutulan İsimler, Dağınık Kalabalıklar Bir zamanlar çocuklarımızın kulağına fısıldanan ninniler bile yasaktı. Ana dilimizde dua etmek suç sayıldı. Camiler kapandı, isimlerimiz değiştirildi, kimliğimizden koparılmak istendik. Ama biz direndik. Acıya, baskıya, sürgüne rağmen, kimliğimizi taş gibi koruduk. Ve şimdi bakıyorum… Panayırlar kuruluyor, sahneye sanatçılar çıkıyor. Şarkılar söyleniyor, türküler çalınıyor… Bulgarca. Oyunlar oynanıyor… Bulgar halk oyunları. Elbette Bulgarca şarkılara, türkülere karşı değiliz; komşularımızın kültürüne saygımız sonsuz. Ama mesele şu: Önce kendi öz kültürümüz, kendi dilimiz, kendi oyunlarımız… Çünkü bir milletin ruhu eğlencesinde gizlidir. Biz o ruhu nereye sakladık? İsimlerimizi zorla elimizden almışlardı. Yasal hak doğdu, geri alma imkânı verildi. Ama nedense, asıl isimlerini almak istemeyenler var. Dost meclislerinden biliyorum. Kimisi “Avrupa’da zorluk yaşadım” diye eski Bulgar adına dönüyor. Ne acıdır ki bir isimden vazgeçmek, kökte...

Türk Dil Bayramı: Ulu Çınarın Bayramı

Resim
Türk Dil Bayramı: Ulu Çınarın Bayramı Bir milletin dili, yalnızca söz değil; onun ruhudur, kalbidir, hatırasıdır. İşte 26 Eylül, bu ruhun, bu kalbin, bu hatıranın bayramıdır. Türk Dil Bayramı’dır. Atatürk’ün şu sözü kulaklarımızda yankılanır: “Türk demek, Türkçe demektir. Ne mutlu Türküm diyene!” Bu cümle, bir milletin varlığını kelimelere nakşeden bir mühürdür. Yusuf Has Hacib, “Dil, insanın kalbidir.” derken; Karamanoğlu Mehmet Bey, “Şimdiden gerü divanda, dergâhta, bargâhta Türkçe’den gayrı dil kullanılmaya!” buyururken aslında aynı hakikati haykırıyorlardı: Dil, milletin kalesidir. Kale düşerse, millet de düşer. Türkçe, bir ulu çınardır. Kökleri Orhun Abideleri’nde, dalları İstanbul’un şiirinde, gölgesi Balkan köylerinde, Orta Asya bozkırlarında. Her yaprağında bir türkü, her dalında bir destan gizlidir. Bugün bize düşen, bu çınarın yapraklarını korumak, dallarını yeni ufuklara uzatmak, köklerini geleceğe bağlamaktır. Çünkü Türkçe bizim varlık belgemizdir. 26 Eylül Türk...