Evim Evim Can Evim.




Evim evim can evim.
Çocuktum onlu yaşlardaydım. Bu fotoğrafını gördüğünüz evi yapmaya başladık. Sene 1977 yılında temel atıldı diye hatırlıyorum. Her gün okuldan döndüğümde 2 çanta şişe doldurur köy merkezindeki magazinden inşaatta çalışan ustalara limonata, meşrubat doldurur eve taşırdım. Diyorum 12 yaşında bir çocuk, elimde 2 koca çanta yaklaşık 1-1.5 km yol gider gelirdim. Bazen ağır gelirdi çantalar oturur dinlenirdim. Ama çok dinlenmeye gelmezdi, ustaların saatine uymam gerekiyordu. Birkaç kez çantanın ipleri koptu, ayaklarımın altındaki yol limonata ve bira şişesi kırığı ile kaplandı. Kokularım birbirine karışırdı. Çok korkardım. Ustalara yetişmezse aç kalacaklar, susuz kalacaklar sanırdım. Korkardım annem merak eder beni aramaya çıkar diye. Birde babama hesap vermekten korkardım. Sonuçta ev yaptırıyorsun israf etmemek gerekirdi. Günler yoğun bir hızla ilerledi. 1978 yılının başında tuğla ve betondan yapılmış bu ev nihayet oturulacak duruma geldi. Koskocaman ev 4 deevasa oda, 2 salon, bir mutfak, banyo , kiler hepsi çok güzeldi. Ama ben en çok mağazayı (Bodrumdaki mahzeni) çok esrarengiz bulmuştum. Kapağı salonun içinden açılıp inilen mahsen bir harikaydı, yada bana öyle geliyordu nedense. Mahzende 2 koca fıçı yan yana dururdu. Birinde evde kendi üzümlerimizden yaptığımız kırmızı şarap, diğerinde beyaz şarap doluydu. Siz hiç şarap fıçıda nasıl olgunlaşır bilir misiniz. O fıçılardaki sesleri duyan bilen insan ne güzel insandır öyle. Bir fıçı daha vardı şarap fıçılarından biraz küçüktü. Şarap fıçıları 100 litre bu fıçı 80 litreydi. Bu son fıçıda ev yapımı Köstendil eriğinden (mürdüm eriği) rakı vardı. Bazı seneler erik olmaz da üzüm rakısı ile dolardı. Ama sakin yanlış anlamayın bu saydıklarım komşularımızın hepsinde vardı. Hatta bazı komşularımızda çok daha fazlası vardı. Çamaşır iplerinde asılmış, kurutulan sucukları pastırmaları saymıyorum. O günleri yaşayanlar de demek istediğimi iyi bilir. Konuyu dağıtmayayım. Yeni evimize girdik taşındık, mutluyuz keyfimiz yerindeydi çok şükür. Ama uzun sürmedi mutluluğumuz. Masallardan çıkmış şirin yeni evimizde sadece 6 ay oturabildik. Hâlâ yarim kalan işlerimiz vardı diye üzülürüm. Evin dışı sıvasız kalmıştı mesela, benzer bir kaç eksik daha tamamlanmalıydı. Doya doya oturamadığımız yeni evimizi satmak zorunda kaldık. Neden satmak zorunda kaldık, doya doya oturamadık biliyor musunuz! Türkiye'ye göç ediyoruz diye sattık. Bir yandan içimizi yakan buruk bir acı, diğer yandan ana vatana göçüyoruz heyecanı ve mutluluğu aynı anda hep birlikte ortaya karışık tadıyorduk, anlayacağınız duygularımızın pusulası karışmış şaşmıştı.
Aradan 41 yıl geçmiş ama bana daha dün gibi geliyor biliyor musunuz. Yarım kaldı işimiz, evimiz tam olarak bitmemişti, iş yarım kalır mı hiç? biz Bulgaristan Türkleri çalışkan insanlarız, öyle yarım yamalak iş yapmayız, Bize yakışmaz. Belki bu yüzden böyle hissediyorum bilemiyorum.
Muhacirlik ateşten bir gömlekmiş meğerse bedelini fazlasıyla ödeyerek öğrendik. Sıkıntıyla ve sabırla mücadele edeceğimizi biliyorduk, ailecek sızlanmadan şikayet etmeden çabaladık çalıştı ve yine muaffak olduk, başardık.
Türkiye'de daha iyisini, daha görkemli büyük ev ve evler yaptık. Sıkıntılı günler bir bir geride kaldı. Üzerimizde ruhumuza bedenimizde derin izler bırakan bu sıkıntılı günler bizi yordu yıprattı belki ama, kimseye boynumuzu bükmedik, kimsenin önünde eğilmedik, hep diktik, hep dik durduk, daima öyle devam edeceğiz inşallah. Şimdi düşünüyorum da iyi ki anavatana göç etmişiz, iyi ki ateşten gömleği giymişiz diyorum. Ana dilimizde okuduk, her eşit yurttaş gibi haklarımız oldu. İş hayatımızda iyi pozisyonlarda sorumluluk aldık güzel işlere imzalar attık. Çocuklarımızın torunlarımızın artık ana dilini konuşmakla ilgili bir sorunu kalmadı çok şükür. Artık hepimiz öteki değil asıl ve eşit yurttaşlarız, şükürler olsun. Ne mutlu Türküm diyene. Sevgili dayım bazen köydeki Bulgar muhtar tarafından tehdit edildiğinde dik durur Koli ne moli (Koli yalvarmıyor, minnet etmiyor) dermiş. Benimde ne zaman bir sıkıntılı durumum olsa bende Koli ne moli derim içimden, iyi hissettir bana umut verir bu fuyguya sahip olmak. Ay düşündükçe gülesim geliyor...
Ama dostlarım birde şu can evimdeki memleket hasreti özlemi varya, çok acı çektiriyor, çaresiz bırakıyor ruhumu vicdanımı törpülüyor, keyifsiz bırakıyor hatta bazen ezip geçiyor üzerimden.
Tüm geçmişim gözümün önünden bir film şeridi gibi geçiveriyor..
Bizim ne suçumuz vardı demeden edemiyor insan. Kimseye bir zararımız yoktu, kimseye aykırı bir sözümüz olmadı, çalışkan ve ülkesine bağlı insanlardık. Neden ötekiydik, neden dışlandık , neden ibadetimiz size ağır geldi neden? Neden ana babalarımız büyüklerimiz ve biz hak etmediğimiz acıları çekmek zorunda kaldık. Neden?
Oysa bizim daha tamamlamız gereken yarım kalan işlerimiz vardı. Neden bizi yerimizden yurdumuzdan toprağımızdan ettiniz neden?
Ey sorumsuz sorumlular size soruyorum neden?
Beğendiysen paylaş.
Cevat Çirak
17.11.2019
İstanbul.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yediler Ormanında Kayak

Yaşar Kemal Usta ile UBUNTU'YU konuştuk.

Naim Süleymanoğlu