Bizim Köyde Kurban Bayramı

Bizim Köyde Kurban Bayramı

Adı üstünde bayram sevilmez mi !?

Hele bir de çocuk yaşlarda bayram yaşamak nasıl güzel bir mutluluk anlatamam size.

Çocuklar genelde şeker bayramını (ramazan ) daha çok severler öyle değil mi?

Adı üstünde şeker bayramı.

Ama ben kurban bayramını da çok severdim.

Benim kurban bayramı ile ilgili büyük unutulmaz ders niteliğinde bir anım var.

Bayramlar köyde bir başka güzeldir.

Hele bir yaza denk geldiyse bizim oranın lisanıyla mısmıl bayram olurdu.

Hadi gene çocukluğuma götüreyim sizi.

Tam tamına kırk bir yıl öncesine gidelim.

Kurban bayramı gene tam benim istediğim gibi yaza denk gelmiş.

Urbalar bir hafta öncesinden kasabadaki büyük GUM denen magazinden (mağazadan)

alınmış.

Hepsi gıcır gıcır, hele ayakkabılar, nasıl anlatayım size beyaz bağcıklı, üstü kırmızı kumaş,

altı beyaz lastik kauçuk karışımı, tam ayağıma göre, baş ucumda yatağımın altına bayramı

bekliyorlar.

Bayramın ilk gününe kadar her sabah kutusunu açar bakarım sonra özenle tekrar yerine

koyarım.

Günler geçmek, gitmek bilmez.

Üç gün kaldı, iki gün kaldı, bir gün kaldı derken uykusuz geceler geçirirsin.

Bu sene aldığımız pantolonda kendinden kemerli.

Bir örnek becanım e ha ama.

Biz köy çocukları ne olacak, bir çift ucuz ayakkabıya çikolata kutusu bulmuş gibi seviniyoruz

işte.

Köy dediysem de hemen öyle küçük görmeyin bakalım.

Kocaman köy bana göre.

İki yazovir (göl), ortasından geçen şarıl şarıl yaz kış akan bir dere.

Kuzeyi komple boydan boya orman ve koruluk.

Köyde 550 hane yaşıyor, ağırlıklı türk, canlı yaşayan bir köy.

Durun daha bitmedi be ya, benim köyüm öyle iki kelime ile anlatılır mı hiç.

Bir ana okulu, bir ilk okul bir de orta okul; yani toplam 3 ayrı bina, hatta öğrenci çok olursa

bir de iki derslikli prefabrik okul, hepsi yan yana dizilmiş durumda.

Bahçelerinde futbol basketbol voleybol sahaları, bir adet kantin, yemekhane, bir kütüphane

ve en sevdiğim tiyatro ve kino (sinema) salonu.

Yaz akşamlarını nasıl unuturum, köye güzel bir sinema filmi geldiği zaman kinocu (makinist)

İbrahim ağam açar köyün ses sistemi bütün köylü duyar filmin geldiğini.

Akşamı bekler mutlu olur köylü canlarım, sabırsızlanırlar, filme yetişmeye çalışırlar.

Yani sevgili okuyucu köy diyorum ama, bana göre cennet.

Köy lafı çocuk kalır yanında.

Düşünsenize bizim köy artı komşu Boğazkesen ve Yeni Mahalle köylerinden gelen

çocukların doldurduğu sınıflar; cıvıl cıvıl bir hayat, anlatırken özlediğimi itiraf ediyorum

gerçekten unutulmaz günler yaşadım ben canım köyümde vallahi.

Durun be ya, daha köyümüzün çeşmelerinden bahsedeceğim.

Öyle bir köy ki tam 17 adet çeşmesi var. Neredeyse her mahalleye iki çeşmeden fazla

düşüyor.

Nereye hangi mahalleye gitsen hep su sesi duyarsınız.

Her çeşmenin kurnasından gelen su tınıları köyün merkezinden akan Beli lom deresi ile

adeta melodi yarışındalar.

Ben size sadece köyün içindeki çeşmeleri yazayım onlar size yeter.

Bir de köyümüzün dışında su kaynakları pınarlar var, hadi onları size anlatmayayım, onlar

da bize kalsın. Nazar değer be ya 🙂

Bu arada yanlış anlaşılmasın köyde şebeke suyu da var, her evde su var yani.

Öyle ki köyün ortasında bir tane de köy hamamı düşünün.

Şimdi benim anı-öykülerimi ilk kez okuyan okuyucular nerede bu köy diye merak

ediyorlardır öyle değil mi?

Nerede mi bu köy?

Deliorman eteklerinde Eski Cuma kasabasına bağlı Muratlar köyü, bizim şirin yemyeşil

canımız köyümüz.

İstanbuldan sabah çıksanız akşam olmadan köyümüzdeniz.

Ama maalesef o kadar kolay değil, arada sınır var, o da yetmez gümrük var.

Bulgaristanda kaldı bu güzel anılar.

Hasretimiz oldu, ben zaten size dediğim gibi kırk bir yıl öncesini anlatıyorum,

çocukluğumdaki köyümüzden söz ediyorum.

Hey gidi çocukluk günlerim hey, beni siz aldatınız, köyümünden kopardınız.

Bu nasıl cümle oldu böyle yahu, ama olsun böyle kalsın, içimdeki hiç tükenmeyen sevdam

kapanmayam yaramı size ancak böyle anlatabilirdim.

İşte bu eski Rumeli Beylerbeyi sancağında bulunan güzelim köyden size bir bayram anımı

anlatmaya kararlıyım da, köyümü de bu covid 19 yüzünden bir yıldır göremiyorum ya, anlata

anlata bitiremedim, kusura bakmaz hoş görürsünüz artık, daha ne diyeyim.

Kolay değil be ya, gurbette olmak gibi bir şey bu hasretlik, yakıyor ciğerimi ama ne

yapacaksınız işte, başa gelen çekiliyor maalesef.

İşte bu benim efsanem olan,

bizim köyde kurban bayramı hazırlıkları bir yıl önceden başlardı.

Durun şaşırmayın, nasıl olur demeyin merak edin biraz be ya, anlatacağım da,

biraz acele ediyorsunuz gibime geliyor bre more, yapmayın böyle becanım, e ha ama ha 🙂

Şimdi biz İstanbul gibi şehirlerde yaşayanlar ne yaparız, bayram yaklaştı kurbanlıklar pazara

inmiştir, hadi kurban bakmaya diye evden çıkarız öyle değil mi?

İşte bizim köyde öyle pazara mazar’a gitmek yok.

Köylü adam pazardan kurbanlık alır mı be ya, amma yaptınız ha.

Köylü adam tee bir yıl önceden sayasına girer yeni doğmuş kuzularının arasından kurbanını

seçer seneye benim kurbanım budur der.

Sonra o kurbana gözü gibi bakar. Samanı bolca verir, yemi torpillidir.

Diğer koyunlar ayda bir şinik (ölçü birimi) yem yerse, kurbana 1,5 şinik yem verilir.

İşte bu yüzden kurban bayramı hazırlıkları bir yıl önceden başlar bizim güzel şirin

çocukluğumu bıraktığım köyümüzde.

Hatta köy çobanına her sabah bıkmadan usanmadan bildiği halde tekrar tekrar kurbanlık

koç hakkında bilgi verilir özen gösterilmesi istenir, beklenir.

Bayrama bir kaç gün kala işler iyice kızışır evde, kolay değil kurban bayramı geliyor.

Sokak, avlu içi çalı süpürgesi ile boydan boya süpürülür, tertemiz edilir.

Evin içindeki yatak örtülerine kadar her şey değişir.

Yüklükteki bayramlık örtüler battaniyeler çıkar.

Hele siz bir de %100 yün Rodopsko (marka adı) odeyalo (battaniye ) çıkmış mı? Yatağın

üstüne serilmiş mi, saat tamam demektir, bayram gelmiştir artık.

Yani anlayacağınız bayram önce evin içine ve bahçesine gelir girer bağdaş kurur oturur.

Kırvatların (yatak) üstü yeşil kırmızı beyaz çizgi desenli Rodopsko battaniyeler ile örtülmüş

mü! Bilin ki artık yarın bayramdır.

Bu battaniyeler bir değer, servet bizim oralarda, çok kıymetliler.

Rodop dağlarının eteklerindeki meralarda otlayan koyunların yününden özenle seçilerek

dokunurlar. o yüzden evdeki misafir odası kadar değerlidirler.

Belki bir gün, o meşhur, kimsenin giremediği misafir odalarını da yazarım, kim bilir!

Bayramın ayak seslerinin ikinci işareti de ev hamurundan yoğurulmuş meşhur bayram

kolaçlarıdır, bir gün önceden hazırlanır ve konu komşuya mahalleye dağıtılır.

Kolaç’lar, bacamıza kadar geldiklerine inanılan ölmüşlerimizin ruhlarını anmak hatırlamak

içindir.

Biz saç kokutma da deriz, geleneklerimiz önemlidir bizim için, ata yadigarı gelenekler,

kuşaktan kuşağa aktarılmalı hatırlanmalı.

Olmaz başka türlü bizde be ya.

Ölülerimizi hiç unutmaz her bayram saç kokutur anarız.

Don yağı ile pesmet (bir tür yağda kızartılmış içine peynir vb. konan börek) ve akıtma (krep)

da dökülür.

Geleneklerimize bağlı yaşarız yani, hiç sekme aksama olmaz bizde.

Kurban bayramı bizim oralarda resmi olarak tatil değildir aslında, ama biz onu resmi hale

getiririz, işe gitmeyiz bir yevmiye yanar ama sağlık olsun.

Bayram bizim bayramımız, bir yevmiye nedir ki, giden para olsun, canımız sağ olsun.

Hristiyan bir ülkede olmamıza rağmen, ritüelimiz daha sabah namazından önce başlar.

Evin erkekleri sabah namazına gider, hanımlar son hazırlıkları kontrol eder.

Bilirsiniz çocuklar erken kalkmayı sevmezler normalde ama bu bayramdır be ya kalkılmaz

mı?

Çocuklar kalkar yüzlerini yıkar giyinir, tertemiz, ak pak olurlar. Biraz yetişkinler babaları ile

namaza giderler.

Daha küçük olanlar babalarının namazdan dönmesini beklerken hesap peşine düşerler.

Şöyle hesap yaparlar , babam kağıt para verir, dedem zaten garanti kağıt para verir.

Annem okşar sever vermesede olur ama verirse daha iyi olur diye hesap yaparlar.

Sonra tek tek kafalarının içinde mahalleyi dolaşırılar; üst komşum 20 stotinka (kuruş) alt

komşum beni sever 50 stotinka , karşı komşu para vermez ya lokum verir ya ceviz, derken

kurban saatine kadar zaman böyle hayal kurarak gelip geçer.

Baba eve gelince evdeki trafik artar, hoca gelir, peşkirle hayvanın gözü kapanır.

Dualar edilir, ve sonra bismillah kurban kimin adına kesiliceke rituel tamamlanır.

Bu arada çocuklar pek kurbanın yanında tutulmaz.

Yetişkin olan çocukları farklı bir görev bekler.

Size asıl anlatmak istediğim bölüm de bu bölümdü aslında.

Bizim köyde kurban bayramlarında kesilen kurbandan ihtiyacı olana dağıtılması gereken

etler ile ilgili çok güzel bir uygulama vardır, işte unutamadığım anılarımdan bir güzel

dayanışma örneğiniz anlatacağım size.

Kurban bayramında her köy evinin bahçe ya da avlu kapısına bir sepet ve ya yerine

geçebilecek temiz bir kap asılır.

Kurbanlar evde kesildikten sonra pay edilecek kısımlar özenle hazırlanır ve bir tepsiye

aynı özenle dizilir.

Bu paylar artık komşuların kapılarında asılı duran sepetlerin içine gitmeyi beklerler.

Ben bilirim bu işin nasıl yapıldığını ama bugüne kadar yaşım küçük diye hiç bu görev bana

verilmemişti.

İlk kez babam bana bu görevi uygun görmüştü bu yıl. Her detayını ve tüm süreci tepeden

tırnağı yeniden anlatmaya başlamıştı bile.

Çok meraklı ben, bu görevin bana verilmesini bekleyen ben, görev tarafıma verilince bir

heyecanlandım, hatta biraz da korktum, sormayın gitsin.

Ya tepsi ağır gelirse ya düşürürsem, ya bir aksilik çıkarsa kaza geçirirsem ve daha neler neler

düşünmeye başladım.

0niki yaşımı çoktan devirdim geçtim ama!

Bir yandan telaşımı belli etmemeye çalışıyorum, bir yandan babamın son talimatlarını

alıyorum, bir yandan da bir an önce bitsin şu iş nereden başıma aldım diye sızlanmakla

meşgulum.

Duygular şelale yani…

Hiç unutmuyorum elimde üstü örtülü tepsiyle evimizin bahçe kapsından çıktığımda,

önce karşı Ömer dedemlerin portasında asılı duran sepeti gördüm ve bir parça attım.

Kalbim ürkmüş bir kuş kalbi gibi atıyordu, ilk parça sepete girdikten sonra sanki biraz

rahatladım, ilk sepet tamam gerisi de gelir kolaymış dedim.

Sonra bir kaç ev daha gezdim onlara da sorunsuz tepsideki etlerden bıraktım.

Gayet iyi gidiyor dedim sorun yok ve benim korkular tamamen bertaraf olmuştu.

Zaten tepside de bir ya da iki parça et kalmıştı, hafiflemiştim.

Çocuk aklımla evet diyorum kolaymış, yaptım bakalım babam eve dönünce sevinecek mi?

Hem bunları düşünüyorum hemde bir an önce eve döneceğim saati-anı iple çekiyorum.

Neden derseniz evde kurban etinden kavurma var

onun hayalini kuruyorum.

Bir yandan acele ediyorum.

Bir evin daha önündeyim, sıkıntı var, sepet biraz yüksek asılmıştı, boyum kısa uzanmakla

yetişmeyecektim, bende, elimden tepsiyi yere bıraktım, eti elime aldım basket atar gibi

fırlattım, aklımca basket atacaktım.

Lakin olanlar oldu, hani bazen basket topunu atarsınız da potaya asılı kalır ya işte onun

benzeri bir durum oldu.

Fırlattığım etin kemikli kısmı sepetin içinde kaldı ama et olan bir bölümü sepetin dışında

kaldı, et ne içerde ne dışarda yani.

Para ver böyle at desen olacak iş değil ama, oluyor işte.

Benim tansiyon nabız gene fırladı mı!

Ya düşerse,

ya yerde pislenirse, kurban eti bu günah,

ya başka bir aksilik çıkarsa…

Neler neler düşünüyorum bir görseniz ne haldeyim.

Zıplasam diyorum, itmeye çalışsam, ya sepetin ipi koparsa, ya sepetin içindeki etlerin hepsi

yere serilip heba olursa.

Aldı mı beni bir telaş.

İçimden de sayıyorum bu arada; diyorum ki hani çok kolaydı, hani hallediyor’dun,

hani babandan teşekkür alacaktın.

Aaah ah, işte hayat sen nelere kadirsin.

Elbette sepete zıplamaya cesaret edemedim.

Çok çabuk öğrendiğimi sanmıştım ama, hesapta olmayan işler çıkıyor karşınıza.

Çocuksun işte telaşlanıyorsun, yük ağır ilk sorumluluğum, ama ben şu an çaresizce

terliyorum.

İlk aklıma gelen kaçmak, ama kaçacak bir şey yapmadım ki ben diyorum, kaçmak olmaz.

gerildim bittim derken, birden irkildim.

Bitirmişsin etleri dedi komşu abim.

Öyle bir ses beklemediğimden olsa gerek yerimden zıpladım.

Allahtan ellerim boştu, ya elimde tepsi olsaydı, ya tepside kalan etler heba olsaydı.

Başladım gene çocuk aklımla saydırma, uşak aklı işte be ya, ne beklersin ki başka.

Kul dara düşmez ise hızır yetişmezmiş derler ya.

Korku dağları eriyiverdi.

Ben çare düşünürken çözüm kapıma yanıma kadar gelivermiş meğer.

Ben daha durumu izah etmeye vakit bulamadan komşu abi durumu anlayıp dinlemeden

uzun boyu ile yarısı dışarıda kalan parçayı sepetin içine atıvermişti.

Benim büyük mesele ettiğim derdim sorun olmaktan çıkıvermişti.

Yüzüme tekrar kan gitmeye başlamıştı sanki, gülümsemeye başlamışım.

Ne oldu sana dedi, biraz önce çok asıktı süratın şimdi rahatladın gülüyorsun.

Hiç uzatmadan durumu izah ettim.

O da bana gülümseyerek üzüldüğün şeye bak dedi, ne var bunda, elini omuzuma attı, hadi

gidelim oyalanmayalım bayram bizi bekler dedi.

Yolda giderken de bana nasihatler vermeye devam ediyordu.

Ben gelmeseydim bile kapıyı vurur ev sahibinden yardım isterdin, olur biterdi dedi.

Bayram bugün, üzülme değil mutlu olma günü dedi.

Rahatlamıştım.

Evet çok haklıydı belki.

Ama ben kimseden yardım almadan afferin almak peşindeydim.

Çocuk aklı işte…

Eve giderken hayatımın derslerinden bir kaçını aynı anda almış olduğumu o yıllarda

bilmiyordum doğal olarak.

Gelecekte profesyonel hayatımda kullanacağım en büyük dersi alıyormuşum meğer hiç

unutmadım unutmayacağım.

O günden sonra hangi iş verilirse verilsin, işi sonlandırmadan atıp tutmak yok bende.

Büyük bir ciddiyetle ve sorumlulukla aldığım görevi en eyi şekilde yapmaya özen gösterdim.

Bir büyük ders daha, bazen çok basit ve kolay çözümleri olan sorunları bile kafamızda çok

büyütüyoruz.

Oysa sıkışınca yardım istemeyi de bilmek gerek öyle değil mi?

Çocuk yaşımda benim için büyük bir travma olan bu hadise hep aklımın bir köşesinde

durmakta ve durmaya da devam edecekti.

Yıllar sonra itiraf etmek de yine bana düşmüştü, yada artık bu kafamdaki, masada açık

duran dosyayı kapatma vakti saati gelmişti.

Ömür boyu içimde tutmak anlamsızdı.

Yıllar sonra içimden çıkartıp açık duran dosyayı kapatmış rahatlamıştım.

İşte sayın okuyucu, bizim köyümüzde kurban bayramları böyle yaşanırdı.

Şimdi düşünüyorum da

Ne güzel geleneklerimiz varmış,

Veren el, alan eli görmez bilmezmiş

Bizim köy çok güzeldi, insanları yardım sever ve sevecendi

Hayat akıp giderken bize farkında olmadan dersler vermeye devam ediyor, etmeye devam

edecekti.

Şimdi ben görevimi bir sürü maceradan sonra tamamladım ya,

elimdeki tepsi boş ya, benden iyisi yok be ya.

Bu kurban eti dağıtma görevi benim ilk görevimdi, babam daha kapıdan girince

gülümsemişti ya, ilk sessiz aferini ben almış oldum ya, benden iyisi yoktu.

Çeken bilir, yaşayan bilir, hiç unutmadım ama bu hikayeden iş hayatım boyunca hep

faydalandım.

Şimdi bana müsade sevgili okuyucu, anım zihnimde devam etsin dursun,

En sevdiğim yer sofrası kurulmuş, yerim ayrılmış, şu görev kahramanı

genç bi otursun da kavurmalar bitmeden nasiplensin be ya.

Size de iyi bayramlar, kurban bayramınızı kutluyorum, her şey gönlünüzce olsun

Hadi kalın sağlıcakla

Cevat ÇIRAK

17.07.2020

İstanbul

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yediler Ormanında Kayak

Yaşar Kemal Usta ile UBUNTU'YU konuştuk.

Naim Süleymanoğlu