Boyalı Beygir



Boyalı Beygir


Evvel zaman içindekalbur saman içinde; pireler berber, develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken Balkanlar’da Deliorman eteklerinde Eski Cuma’ ya Bağlı şirin mi şirin Muratlar adında bir köy varmış . Köyün iki gölü, koruları, meraları, bir de köyün tam ortasından geçen serin ve engin akan bir deresi varmış. Köyün neşeli, hayat dolu, çalışkan halkı çiftçilik ve hayvancılıkla geçinip dururmuş. Köyün aşağı mahallesinde Ali, Veli ve Sali (Salih) adında üç kardeş yaşarmış. Babalarının gölgesinde ve himayesinde aynı evde mutlu mesut hayat sürerlermiş.

Güneş doğmadan kalkar güneş batana kadar tarlalarında bıkmadan usanmadan çalışırlar yaşayıp giderler imiş. Her zaman olmasa da babaları ne derse dinlerler sözlerinden çıkmazlar imiş. En büyük kardeş olan Alinin her zaman babası ile kararları pek uyuşmaz sıkıntı yaşarlar imiş. Yine öyle tartışmalı günlerden bir gün evin fedakar atı ile ilgili sorun çıkmış. Büyük oğlan Ali, iki kardeşi Veli ve Sali’yi de ikna ederek babasının huzuruna çıkmış. Baba demiş bizim beygir artık yaşlandı, gündelik işlerimizde bile yoruluyor, artık eskisi gibi çalışmak istemiyor. Orak ayından sonra güz gelecek biz yine tarlaları sürmeye bu beygirle gideceğiz ama, korkuyorum tarlalarımız sürülmeden kalacak diye eklemiş. Babası bağdaş kurup oturduğu minderin üstünden şöyle bi doğrulmuş. Sağ elindeki tespihi sol eline değiştirmiş, öfkeli ve kırgın bir sesle; Siz ne diyorsun demiş? Bu beygir bizim ailemize kaç yıldır hizmet ediyor, emek veriyor, siz hiç bunu düşündünüz mü demiş. Ben karşıyım, sattırmam beygirimizi demiş, konuyu kapatmak istemiş. Lakin bir de ne görsün! Ortanca kardeş Veli girmiş söze; Baba bende ağam gibi düşünüyorum, biz para biriktirdik bizimkini satar biraz üstüne koyar daha iyisini, güçlüsünü satın alır geliriz demiş. Tam sıra küçük kardeş Sali’ye geçecekmiş ki tecrübeli baba vaziyeti anlamış, tamam demiş, tamam anlaşıldı, nasıl bilirseniz öyle yapın bakalım demiş. Pazar günü gidin Şeytancık pazarına göreyim sizi bakalım ne iş yapacaksınız diyerek konuyu kapatmış.
Ailenin cengaverleri üç kardeş o gece çok sevinçli ve babalarına karşı ilk zaferlerini kazanmış olarak erkenden girmişler yataklarına. Gece bitmek bilmemiş, gözlerine uyku girmemiş. Sabaha kadar üç kardeş hep yeni alacakları beygiri düşünüp konuşmuşlar. Biri iri olsun, diri olsun, birde siyah olsun bana yeter demiş. Biri genç olsun, uysal olsun rengine bakmam demiş. Kimsenin gözüne uyku girmeden sabah olmuş. Kalkmışlar erkenden pazara gidecekler. Saçlarına aklar düşmüş beygirlerini hazırlamışlar, yelesini taramışlar, tımar etmişler , arabaya koşmuşlar ve pazara gitmek için yola çıkmışlar. Şeytancık pazarı Şumnu il sınırlarında yaşadıkları köye arabayla bir – bir buçuk saat mesafedeymiş. Güneş doğmadan varmışlar pazara.
Mevsimlerden yaz, aylardan haziran günlerden pazar imiş. Pazar yeri daha erken saatlerde çok kalabalık imiş. Pazarda satıcıların sesleri birbirine karışıyor, bazen gürültüden kimin ne dediği fark edilmez duyulmaz imiş. Bizim üç kafadar pek pazarcılık işinden anlamadıklarından, diğer usta pazarcılar gibi bağırıp çığırtkanlık yapmayı bilmez imiş.
Beygirlerine müşteri çıkmasa da ara sıra fiyatı soran çıkar imiş. Güneş yüzünü göstermeye başladığı saatlere yaklaşırken bizim üç kafadarın yanına kurnaz bir at cambazı gelmiş. Beygirin dişlerine bakmış, yelesini yoklamış, nallarına mıhlarına bakmış, yaşını sormuş, öğrenmesi gereken her şeyi öğrenmiş. Sonra dönmüş üç kardeşe deyin bakalım ağalar nedir bu güzel atın ederi! Büyük kardeş Ali heyecanlı bir sesle 450 demiş. Cambaz fiyatı yüksek bulmuş, olmaz demiş. Genç olsaydı 450 ederdi ama ilerlemiş yaştaki bir beygire bu para çok, 400 Leva olursa el sıkışalım diyerek elini uzatmış. Ali tutmuş cambazın elini, pazarlık başlamış. Üç aşağı beş yukarı derken cambazın ilk söylediği fiyata gelinmiş ve pazarlık bitmiş, eller ayrılmış. Cambaz kuşağından çıkarttığı para dolu kesesini açmış bir bir sayarak 400 leva parayı Alinin eline saymış. Parasını ödediği malını alıp usul usul pazarın içinden çıkmış uzaklara karışmış gitmiş.
Bizim üç kafadar çok sevinmişler, atı sattık şimdi geriye yenisini almak kaldı diyerek sevinçten bir birine sarılmışlar. Büyük ağa Ali girmiş söze, daha erken pazar bugün bereketli, aceleye getirmeyelim, yeni bir at almadan önce gidelim aç karınlarımızı doyuralım demiş. Üç kardeş gitmişler kendilerine kebapçeler (Balkan kebabı) kırnaçeler, köfteler sipariş etmişler, bir güzel aç karınlarını doyurmuşlar.
Bu arada beygiri bizim üç kafadar kardeşten alan cambaz, boş durmamış. Köyün yani Şeytancık pazaranın kenarına çıkmış, yeni aldığı atı bir ağaç gölgesine bağlamış.
Sonra yardımcısına dönerek; Bu saçı ağırmış atın önüne bir şinik arpa koyun, büyük bir kova su koyun, bol bol su içirin, saman yedirin karnını doyurun, güçlensin, kendine gelsin demiş. Kendisi de dönmüş pazara. Çok geçmeden elinde bir kutu ayakkabı boyası ile dönmüş yaşlı beygirin yanına. At bu arada bir şinik arpayı yemiş bitirmiş, bol bol su içmiş, kendine gelmiş güçlenmiş, duruşu bile değişmiş. Cambaz atın bu halini görünce ümitlenmiş, gülümsemiş, olacak bu iş, demiş, başlamış atı keyifle boyamaya. Beygirin her tarafını siyah boya ile bir güzel boyamış, saçının çok ağırmış bölgelerini kapatmak için iki, gerekirse üç kat boyamış. Alaca bulaca olan at simsiyah olmuş. Cambaz işini çok iyi biliyormuş, boyanın üstüne daha çok parlasın diye kadife bir bezle bir güzel silmiş at kuaförden çıkmış manken gibi olmuş. Sonra almış atı biraz güneşe çıkartmış, boya kurudukça daha çok parlamış, kokusu uçup gitmiş. Seslenmiş yardımcısına gel demiş zamanı geldi, yeni atımızı pazara çıkartalım, satalım demiş. Cambaz az bu cambaz değil, tanınmasın diye yardımcısına her konuda taktik vermiş bilgilendirmiş. Fiyatını da ezberletmiş. Yardımcısı almış atı çıkarmış yeniden pazara.
Bu arada
Bizim üç kafadar kardeş, karınlarını doyurmuş, sıra gelmiş kahve içmeye. Üç bol köpüklü sade kahve söylenmiş, sohbet koyulaşmış. Nasıl bir at alınacak konusunda uzlaşılmış, ellerindeki para hesaplanmış, denkleştirilmiş. İş karara bağlanmış, sıra pazara gidip yen atı bulmaya gelmiş.
Üç kardeş daha at pazarına girmeden uzaktan yeni gelen siyah atı fark etmişler. Bu at yeni, sabah yoktu demişler, konuşmuşlar. Gidelim soralım bakalım atı fiyatını demişler.
Yaklaşmışlar satıcının yanına.
Fiyat nedir usta?
Satıcı atının yelesini okşayarak Pırıl Pırıl at,
800 Leva ağam demiş.
Bizim kafadarlar atı çok beğenmiş, simsiyah at, pırıl pırıl parlıyor, diri mi diri
Çok istiyorsun demiş ortanca kardeş Veli
Satıcı oralı olmamış,
Siz bilirsiniz demiş, benim atım çok iyidir, daha ucuza veremem.
Büyük kardeş Ali girmiş söze
Ağa demiş bizim hepi topu 750 leva paramız çıkışıyor, olur dersen anlaşalım.
Koşup arabamıza köyümüze yola koyulalım demiş.
Cambazın yardımcısı talimatı daha önce aldığı için biraz diretmiş ama;
Geç oluyor, tamam sattım gitti hayrını görün demiş,
Bizim kafadarlar çok mutlu mesut, koşmuşlar yeni beygirlerini arabaya, koyulmuşlar yola. Evlerinin önündeki portaya girdiklerinde baba.. baba… diye seslenmişler sevinçten. Çok güzel bir beygir aldık simsiyah, genç besili parlak, diri mi diri…
Baba atı görünce bir irkilmiş,
Bu bizim at demiş, bu benim atım demiş
Lakin keşke demez olaymış,
Oğulları babasına gülmüşler alay etmişler, ama alınmasın diye de pek belli etmemişler
Akşam yemeğinde sofrada yarınki iş planlarını konuşmuşlar. Baba yarın yurtluktaki yasağa gideceğiz mısırları kazacağız. O yüzden çok oyalanmayın erken yatın yarın çok işimiz var demiş.
Sabah yeni bir gün, pırıl pırıl nefis mi nefis bir yaz havası olacağı daha güneş doğmadan belli, yeni bir beygir, yüzler gülüyor keyifler yerinde tarlaya yola çıkışmışlar ailecek.
Yeni atlarını otlasın diye çakmışlar meraya. Üç kardeş ve baba girmişler mısır tarlasına. Herkes tutmuş bir sıra, mısırları otlarından ayırmaya başlamışlar. Güneş yükselmeye başlamış. Tarla büyük, herkes harıl harıl çapalara sarılmış sırasını çıkartmaya bitirmeye çalışıyor. Tam serinlemeye, harareti söndürmeye , suya ihtiyaç olduğu bir sırada hava bozulmuş. Kocaman bir bulut gelmiş tarlada çalışanların üstüne,
Başlamış bir yaz yağmuru. Saniyeler içerisinde gökten bereket yağmaya başlamış. Tarla çamur olmadan çıkalım bir ağıcın altına girelim daha fazla ıslanmayalım demişler. Başlamışlar atın bağlı olduğu koruluğun yanına koşmaya. Daha ağcın altına girmeden yaz yağmuru yağmış bitmiş gitmiş. Kara bulut yerini pırıl pırıl güneşli bir güne bırakmış yerini.
Çocuklar merada otlayan beygiri görünce donup kalmışlar. Korkudan atın otladığı tarafa bakamaz olmuşlar. Yaz yağmuru atın boyasını almış götürmüş, at bir güzel yıkanmış kendine, gerçek haline dönmüş rahatlamış. ağırmış saçları ile hiç bir şeyden habersiz güzel güneşli günün keyfini çıkartmaya devam etmiş.
Baba daha yağmur dinmeden durumun farkına varmış.
Dönmüş sus pus olmuş çocuklarına
Hiç ezilip büzülmeyin,
Ben size söylemiştim değil mi?
Demiş.
Bu benim beygirim, bu benim fedakar atım, söylemiştim dinlemediniz.
Çok sevdiği atına kavuşmanın mutluluğunu yaşıyormuş
Üç kardeş ilk kazıklarını yediklerine mi yansınlar, büyük sözü dinlemenin cahilliğine mi yansınlar, bilememişler, ağacın altında öylece kala kalmışlar.
Bir yandan sevincinden atının yanına koşan babalarının sesleri yankılanıyormuş kulaklarında;
benim atım bu benim canım. benim fedakar yoldaşım…
Neden kulağımız iki tane de dilimiz bir, sanırım çok dinleyip az konuşmak için.
Cevat ÇIRAK
15.12.2019
Pazar

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yediler Ormanında Kayak

Yaşar Kemal Usta ile UBUNTU'YU konuştuk.

Naim Süleymanoğlu