Yaya Geçidi


Yaya Geçidinden Geçerken Aklıma Düşüneler




Yaya Geçidinden Geçerken Aklıma Düşüneler
Bayramın ikinci gününden itibaren beş gün süreyle yurt dışına çıktım.
dün gece de tekrar yurda döndüm.
Kaç gündür aklıma hep yaya geçitlerinden geçerken düşündüklerim geliyor nedense.
Neden bu kadar düşündüm, bilinç altım neden bu konuyu unutmadı diye düşünür oldum.
Yurt dışı deyince yanlış anlamayın sakın, avrupanın göbeğine değil, sadece bir sınır kapısı ile ayrılan Bulgaristana gittim.
Fakat insan sormadan edemiyor. Bir sınır bu kadar mı fark ettirir yaşam biçimini ve kültür alışkanlıklarını.
Neden bu kadar derin farklar var onlarla aramızda.
Bakın şimdi.
En çok aklımda kalan trafik kurallarına uyum ve disiplin oldu nedense.
Mesela orda yaya geçidine yaklaşıyorsun, ayağını kaldırdığın an motorlu araç trafiği duruyor. Araçlar sen yaya geçidine basmadan daha yavaşlıyor, ve duruyorlar.
İster istemez Türkiyeden gelmiş bir turist olarak hayret ediyorsun tabiği.
Ben Türkiyeden kalma alışkanlıkla, kazaya neden olmamak için hızlı adımlarla yolun karşısına geçmeye çalışıyorum.
Orada ki yerli halk ise sana garip ifadelerle bakmaya başlıyor. Şaşırıyorlar!
Onlar yaya geçidinden normal adımlarla, hiç acele etmeden ve gayet güvenli bir şekilde geçerlerken ben neden bu kadar geriliyorum ki acaba?
Hatta ben bir kaç kez şöyle bir ahmaklık ettim galiba, bana yol vermek için durmaya hazırlanan araçlara el ederek geçin dedim, yol vermeye çalıştım.
Araç sürücüleri bana gülümseyerek teşekkür ettiler, el salladılar diye sevinirken, yanımdaki arkadaşım bana bakarak sırıtıyordu.
Bozulduğumu belli ederek neden gülüyorsun diye sordum.
Senin buralı olmadığını anladılar, ona gülüyorlar, bende sana gülüyorum, kusura bakma dedi.
Neden dedim?
Cevabı çok basit dedi. Sadece yaya geçitlerinde değil, hayatın her adımında önce insan dedi.
Benim hemen aklıma ‘’ Millet devlet için vardır’’ sözü geldi.
E bize böyle öğretmişlerdi, devleti yaşatmak için millet fedakarlık eder.
Gerçi insanı yaşat ki devlet yaşasın diye bir sözümüz daha var ama, sanırım o sadece kitaplarda ve sözde belkide çok gerilerde kaldı!
Şimdi hayal edelim. İstanbuldasınız. Her hangi bir yerde, yolun karşısına geçeceksiniz. Yolda trafik ışığı yok, ama yaya geçidi var. Geldiniz yaya geçidinin başına, sağa sola bakmadan yola büyük bir güvenle adımınızı attınız. Sizce ne olur, neler yaşarsınız? İnanılır gibi değil öyle değil mi?
Yaya geçidinden geçen araçlar ya sizi ezip geçecek ya da siz önünüz ve arkanızdan geçen araçlara yol vereceksiniz. Sadece bu kadarla kalsa iyi, birde koştura koştura geçmek zorundasınız, aksi taktirde yollarına çıktığın araçaların kornaları içinizi ürpertir. Siz yinede bütün bu stresli durumu satın alarak yolun karşısına geçtiğinize dua edersiniz.
Oysa Avrupalı yayalar hiç stres olmadan geçer yaya geçidinden, hiç acele etmezler, vu motorlu araçlar da onları sabırla beklerken, ne bir korna sesi, ne bir tacizle rahatsız etmez.
İşte bu stresli durumlar zamanla bizim ruh halimizi zedelerken, hayatımızı da keyifle yaşamamıza engel oluyor. Hayat kalitemiz düşüyor. Hayat kalitemiz düşünce hayallerimiz ve ümitlerimizde bir bir önce azalıyor, sonra sönüp uçup yok olup gidiyor…
Sadece trafik kurallarının sağlıklı uygulanması ile sınırlı değil elbet bu durum.
Hayatın tüm süreçlerinde bizim insanımız genellikle bir koşturmaca ve kovalamaca ile hayata tutunmaya çalışırken, gerçek anlamda medeniyette yaşayan insanlar, huzurlu ve sakin bir hayat yaşarlar. Dolayısı ile hayatının her saniyesini mutlu mesut ve lezzetle yudumlarlar.
Bir şey daha var. Bu kadar olumsuzluğa rağmen, bu gözlemimimden kendime nasıl ders çıkratırım diyorum.
Cevap uzak değil.
İyi ki geldik diyorum,
Trafik tabelalarını ve kurallarını İstanbulda kullanmaya unutmuşuz diyorum. İyi oldu da yeniden kullanmak zorunda kaldık hatırladık kurallar insanlanların konforu mutluluğu için varmış diyorum.
Sonra da kendime şu soruyu soruyorum.
Biz ülke olarak, acaba, kaç yıl sonra trafik kurallarının uygulandığı böyle medeni bir kültüre kavuşacağız diyorum?!
Kendimce bir cevap mırıldanıyorum.
Önce en az 20 yıl diyorum, sonra hayır hayır 20 yıla yetişmez bu iş, en az 50 yıl sonra belki diyorum.
Size de sorayım.
Sizce kaç yıl gerekiyor?
Cevat Çırak
12.06.2019

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yediler Ormanında Kayak

Yaşar Kemal Usta ile UBUNTU'YU konuştuk.

Naim Süleymanoğlu