Muhacir Tahtası

MUHACİR TAHTASI

Bizim bir memleket işi Balkan Kafemiz var. Çok güzel derin sohbetler ettiğimiz küçük bir mekan. Bu kafenin düzenli ziyaret eden yürekleri sevgi dolu müdavimleri vardır.
Bugünlerde Covid 19 belasından dolayı içine girip oturamıyoruz. Fakat kahve satın alıp dışarıda müsait bir yerlerde sosyal mesafe kurallarına dikkat ederek kısa sohbetler edebiliyoruz.
Geçen gün Eski Cuma Küçük Tekeler köyünden Rafet abimle ayak üstü sohbet ederken, konu konuyu açtı ve geldik bu fotoğraftaki sahneyi konuşmaya.
Rafet abim renkli bir kişiliktir, açık sözlüdür, köyünün grubunu yönetir, milliyetçidir, eski günleri anmayı sever.
Benim yeni çıkan TÜRK YURDU BALKANLAR kitabımı yazar imzalı istediği için bira raya geldik.
Birden bana döndü dedi ki, bak neler buldum akşam evde eski albümleri karıştırırken. Açtı telefonun fotoğraf albümünü, birkaç eski siyah beyaz fotoğraf, başladı sıralamaya.
Çok güzel fotoğraflar bulmuş eski albümlerden. Bulgaristan da sosyalist dönemin en parlak dönemlerinden anıların saklı olduğu fotoğraflar. Daha Bulgaristan Türklerinin isimlerinin zorla değiştirilmeye başlanmadığı yıllardan kalma güzel anılar, dondurulmuş, hapsedilmiş, bir fotoğraf kağıdına saklanmış, özenle korunmasa da bir şekilde bu günlere gelmiş bu fotoğraflar.

Bak dedi Rafet abi, bir akrabamıza muhacir tahtası hazırlarken çekilmiş resimler buldum.
Bu gördüğünüz fotoğrafı çok iyi çekilmiş, yıpranmamış olarak bu günlere kadar geldiği için bunu seçtim. Senin kitapta da var ya, yazmışsın, onun için sana getirdim dedi.
Rafet abim benim ilk çıkan BALKANLARDA KALAN ÇOCUKLUĞUM kitabımdan söz ediyor. Kitabı okudu mu bilmem ama duymuş, ya da yenge okumuş ona anlatmış olabilir bilmiyorum.
Arka kapakta kısa özeti olan bölümü biliyor belli. Dedim abim sen onu bana ilet ben bu fotoğrafla ilgili kısa bir yazı yazacağım, kitapta bahsedilen bölüme de katkı sağlar ne dersin.
Zaten sana getirdim, göstermek için deyince bu yazı ortaya çıkıverdi işte.

Bir zamanlar bundan kırk küsur yıl önce Bulgaristan Türklerinin istidaları onaylanınca anavatana yolculuk bu muhacir tahtaları dediğimiz muhacir kasaların yapmaya başlayarak harekete geçilirdi. Bu tahta kasalar aslında bir nevi bugünkü dilde konteynerlerin yerine geçerdi. Eşyalar bu kasalara konur düzgünce kapatılır ve trenlere yüklenirdi. Nasıl heyecanlı günlerdi bir bilseniz.
Biz de babamla 1978 yılının Ağustos Eylül aylarında beraber hazırladık bu tahta kasalardan.
İlk kitabı okuyanlar bilir, 173 sayfada ‘Çocukluğum Kaldı Köyümde’ adlı bölümden kitabın arka kapağına küçük bir alındı yapmıştım.

İşte o bölümde bahsedilen tahta kasalar işte bu tahta kasalardır. Fotoğrafta görüldüğü gibi hazırlanmış bu kasalara çok eşya mal mülk yükleyebildik ama; o tahta kasalara yükleyemedik atalarımızın bize bıraktığı mirası.
Bir fotoğraf ne kadar çok acı tatlı hatırayı yaşatıyor, hatırlatıyor. Ne günler yaşadık fakat hepsi geçti gitti, lakin hafızalarımızdan silinmedi. Sadece artık eskisi kadar acıtmıyor sızlatmıyor yüreğimizi; fakat unutulmasını kimse beklemesin asla unutulmayacak bu acı günler, asla…


Çocukluğum Kaldı Köyümde

Tam kırk yıl önce,
Deliorman eteklerinde, sakin bir köyde
Ilık bir eylül gününde
Tahtadan yapılmış kasaların içine,
Önce bahçemizdeki konserve edilmiş sebze ve meyvelerimizi yükledik
Maalesef o sebze ve meyvelerin yetiştiği toprakları alamadık yanımıza
Tahta kasalara sığdıramadık atalarımızın bize bıraktığı mirası.
Devam ettik yüklemeye,
Köy kokulu kıyafetlerimizi, toprak kokan yatak, yorganımızı yerleştirdik
Tarlamızı kazdığımız çapamızı, küreğimizi, keserimizi de unutmadık
İtinayla yerleştirdik, zaten başka ne alabilirdik ki yanımıza?..
Kış olur soğuk olur, ısınırız belki diye kesilmiş odunlarımızı,
Sobamızı taşı ve maşası ile birlikte aldık koyduk yanımıza
Sandıkları kapatmadan önce neyi unuttuk diye tekrar tekrar baktık arkamıza
Hesapta unuttuğumuz bir şey kalmamıştı sözde…
Oysa biz,
Köyümüzün temiz havasını,
Sıcak mis gibi güneşini,
Yemyeşil ormanlarını,
Serin sular akan şorul şorul deresini,
Bahçemizdeki bardak eriğini (mürdüm eriğini)
Vak vak diye öten beyaz ördeklerimizi
Kazlarımızı, can dostlarımızı,
Ailemize yıllarca hizmet etmiş güzel gözlü eşeğimizi
Alaca ineği ve yeni doğmuş küçük buzağısını
Evimizin penceresinde güneşlenen saksıdaki çiçeklerimizi
Arka bahçemizdeki erik, dut, kiraz ağaçlarımızı
Mahallemizdeki koca çeşmeyi
Komşumuzun dalları bizim bahçeye sarkan armut ağacını
Her sabah ailemize taze yumurta veren tavuklarını
Koyunlarımızı, ama daha çok unutamadığım beyaz ve kara kuzularımızı
Evimizin bekçisi sadık dostumuz köpeğimizi
Koyamadık o koca göçün ayrılığa sebep olan lanet sandığa…
Yer bulmadığımızdan değil, imkânsızlığımızdan, çaresizliğimizden,
Çocukluğumuzu bıraktık köyümüzde.
Yüzyıllar süren ata yurdu maceramızı birkaç günde yükleyiverdik
Uzun bir tren katarının sıradan vagonundaki manasız konteynerine.
Oldubittiye getirildi hayatımız, çocukluğumuz, mutluluğumuz,
Alındı elimizden.
Biz artık anavatandaydık,
Göçmen oluvermiştik anlamadan dinlemeden.
Sonra çok gittik geldik, gördük kokladık toprağımızı
Özlem giderdik, rüyalarımızda gördük, unutamadık.
Fakat bir türlü kavuşamadık, bir türlü sarılıp ağlaşamadık,
Doya doya hasret gideremedik, avazımız çıktığı kadar bağırıp ağlaşamadık,
Hep yarım kaldı hasretlerimiz.
Özlemeye devam ediyoruz, edeceğiz elbet, hakkımız.
Lakin çocukluğumuzu bıraktık köyümüzde
Koyacak yer bulamadık, yerine geçecek yar bulamadık, bulsak da
Köyümüzün, evimizin yerine asla koyamadık
Öğrendik ki mutlu olduğunuz çocukluğumuz
Hiçbir sandığa sığmayacak, hiçbir tren onu yerinden alıp taşıyamayacak,
Biz özleyeceğiz bazen ziyaretine gideceğiz, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak
Soranlara da ne günlerdi diyeceğiz, keyifli mutlu zamanlardı, çok güzeldi
Çok özeldi diyeceğiz de,
Çocukluğum kaldı evimizde, köyümüzde diyemeyeceğiz.
Bağrımıza koca bir taş basıp önümüze bakacağız,
Geçmişimizi hep güzel anacağız, hiç unutmayacağız, unutturmayacağız.
Coğrafya kader mi diyeceğiz?

Cevat ÇIRAK
06.02.2021







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yediler Ormanında Kayak

Yaşar Kemal Usta ile UBUNTU'YU konuştuk.

Naim Süleymanoğlu