BAYRAM KOLACI

BAYRAM KOLACI

Sabah yüzümü yıkamak için bahçemizdeki çeşmeye çıktığımda pırıl pırılı bir yaz havası ile karşılaştım.

Güneş sıcak ve keyifli bir günün beni beklediğini müjdeliyordu.

Yüzümü yıkadıktan sonra omuzumda asılı duran peşkirle (havlu) ellerimi ve yüzümü kuruladım.

Gözlerimi kapattım, yüzümü güneşin geldiği yöne çevirdim, içim ısınsın istedim.

Güneşin sıcaklığı ile birlikte hafif bir yel esiverse bir yandan ısınırken serinlik olsa ne güzel olurdu diye geçirdim içimden.

Birden evimizin duvarında dayalı duran çalı süpürgesini gördüm.

Haraketli ve yoğun günlerin geldiğini hemen anladım.

Çalı süpürgesi porta ile evimizin bahçesini temizlemek süpürmek için çıkardı.

Bunu daha dün anlamalıydım dedim.

Evet evet dün evimiz kalabalıktı, komşu kadınlar bizdeydi, ve koca bir gün hamur açtılar.

Her eve bir iki tepsi ev baklavası hazırlanmış, tepsiler sıra sıra dizilmişlerdi.

Bayram geliyordu ama ben daha çocuktum bu kadar çabuk gelmesini ya bilmiyor yada beklemiyordum.

Babam evimizdeki hayvanların karınlarını temizlemekle meşgul olacaktı.

Dedem at arabasının tamiri onarımı ile uğraşıyordu, kardeşimde onun yanındaydı.

Aile meclisi çoktan görev dağılımı yapmış her kes üzerine düşen görevini bir an önce tamamlamaya çalışıyordu.

Annem çalı süpürgesiyle bahçemizin önünden porta girişine kadar olan alanı süpürecekti.

Hadi üstüne bir şeyler giy gel bana yardım, evimizin önünü süpürelim yarın bayram daha çok işimiz var diyerek emrivaki bir ses tonuyla seslendi.

Daha ne işimiz var ana dedim. Zaten dün tepsi tepsi baklavalar yaptınız ya daha ne yapacaksın ki? Onlar bize yeter de artar bile dememe kalmadı.

Saç kokutacağız oğlum dedi ve devam etti; ölmüşlerimizin ruhuna senenin belli dönemlerinde yaparız nasıl unutursun.

Sonra hatası anladı, bir çocukla konuştuğunu hatırladı ki gülümseyiverdi.

Ölmüşlerimizin ruhuna diye bazen pesmet, pişi, akıtma dökülür konu komşuya dağıtılırdı onu biliyordum ama, yine de sormak istedim.

Sen hangisini yapacaksın ana dedim.

Kolaç dedi kolaç yapacağız, bayram arefelerinde biz hep kolaç yaparız oğlum dedi.

Sakın öğleden sonra bir yere ayrılma pişen kolaç’ları komşulara bu sene sen dağıtacaksın dedi.

Bir yandan avlu içini süpürüyoruz diğer yandan annem dünden hamur hazırlamıştım, hamurum var, sen kümesten bana yumurta getirir, taze yumurta ile yapalım, güzel olsun diye talimatlar vermeye devam ediyordu.

İçimden ne taze yumurtası, sanki dün kümesten topladıklarımın günü geçti de taze yumurta istiyorsun ana diye tebessüm ediyordum.

Kocaman çalı süpürgesi bir taramada en az bir kaç adım temizliyor yerdeki tozun kabasını topluyordu.

Çalış süpürgesi deyip geçmeyin, eğer çalımını usülünü bilmezseniz avlu içini toza dumana katarsın.

Süpürmeyi bilmek de bir marifet ister.

Öyle kolay iş değildir yani!

Anam azla yetinir mi elbette hayır?

Her köyümüzdeki kadın gibi hadi dedi sokağımızın önünü de geçelim.

Bayramda gelen geçen olur, temiz bulsunlar sokağımızı laf etmesinler.

Bu arada ben her zamanki gibi tembellik peşinde aman ne gerek var sokak bizim değil ki biz neden süpürüyoruz diye geçiriyordum içimden.

Ama gelin görün ki annem sanki içimden geçenleri okuyor gibiydi!

Mırıldanma da dedi, al şu süpürgeyi birazını da sen süpür bende biriken taş ve gübürleri (çöp) atayım.

Ama dedim nasıl olur ben koca çalı süpürgesi ile sokak mı süpürceğim ana,

Kızlar görürse benimle alay ederler, yapamam ben, zaten baksana bu süpürge benim boyum kadar ben nasıl süpüreyim.

Anam kararlı bir ses tonuyla, aylazlık etmeye yer arama, kızlar seni görünce ne olacak anana yardım ediyorsun, ne var bunda!

Hem bizim mahallede kaç tane kız var ki seni görecek, hadi çabuk ol düzgün süpür mahalleyi toza dumana katma diyerek elindeki gübür’leri atmak için sokağın başındaki bokluğa (çöplüğe) doğru ilerledi.

Kimseler beni elimde boyumdan büyük süpürgeyle sokak süpürürken görmesin diye bizim avlumuza bakan yolu hızlıca süpürmüş nefes nefese kalmıştım.

Anam döndüğünde ben avlunun içine kaçmıştım bile.

Bitirdin mi de, kafamı evet anlamında salladım.

Çok yorulmuş susamıştım.

Evin önündeki çeşmeden su içeceğim dedim, çeşmeye yöneldim.

Annem hayır terlesin şimdi su içme hasta olursun önce git çalı süpürgesini yerine bırak dedi.

Süpürgeyi sayvant (üstü kapalı kuruluk) altına götürürken gerçekten yüzümden terler akıyordu.

Anam her zamanki gibi haklıydı, terli iken su içmek olmazdı.

Üstümü değiştirmek için eve girdiğimde köy sobasının sıcaklığını daha kapıdan hissettim.

Köy sofrası kurulmuş, kolaçlar hazırlanmış, üstlerine yumurtalar sürülmüştü bile.

Daha kapıdan girer girmez talimatlar başlar diye düşünürken, düşünmeme gerek kalmadı.

Hemen bana kilerden çoroltu (çörek otu) burkanını (kavanoz) getir talimatını almıştım bile.

Hiç uflayacak puflayacak halim kalmamıştı, itiraz etmek zaten bir işe yaramıyordu.

En iyisi git getir sonra git ne yapacaksan yap dedim içimden.

Annem bir tepsi içinde çoroltu bekleyen kolaçların üzerine öyle güzel serpiyordu ki karnımın aç olduğunu fark ettim.

İlk tepsi fırına girdiği andan itibaren dayanamadım.

Ne zaman pişer benim karnım açıktı deyiverdim.

Elini yüzünü yıka, üstünü değiş gel bak sana ne yapacağım dedi anacığım sevgi dolu yüz ifadesiyle gülümseyerek.

Temizlenip paklanmıştım, ama bayramlıklarımı giymemiştim,

Bayramlıklar yarın giyilecekti, bugün arefeydi.

Bir an önce bayram gelsin istedim.

İlk önce dedemin elini öpüyordum her zaman, en büyük parayı her zaman o veriyordu.

Kırmızı bir para, 5 leva , harca harca bitmez çok bereketli bir paraydı be ya.

Dedem disiplinli adamdı, bayram dan bir hafta önce kime ne vereceğini hesaplar ona göre cüzdanından yerlerine ayırırdı.

Sonra diğer dedeme giderim oda bu kadar büyük olmasa da kağıt para verirdi, ooo yaşadım yine bu bayram diye hayal ederken gene annemin sesi duyuldu.

Nerde kaldın oğlum, kolaçlar fırından çıkmak üzere, hadi gel artık.

Belli ki kontrol amaçlı köy sobasının fırın kapağını açmıştı annem. Mis gibi taze ekmek kokusu ve çoroltu kokusu sanki ayrı yerlerden gönderilmişte sonradan birbirine kavuşmuş iki yavuklu gibi sarmaş dolaş evin içinde dolaşıyordu.

O tarifsiz kokuyu içine çektikçe acıkman her saniye çoğalıyordu.

Köy ekmeği bir başka güzeldir ama, adı kolaç olunca ve fırından da tazecik çıkınca tek bir eksiği kalır o mübareğin.

Nedir o bilin bakalım?

Hemen cevap vermeyeyimi ballandıra ballandıra anlatayım merak edin biraz 🙂

Misler gibi kızarmış ve nefis bir kokusu olan kolaç tepsisi fırından çıkınca öyle hemen servis edilmez bir kere.

Yok öyle armut piş ağızıma hemen düş modeli.

Biz şimdiki nesil çocuklar değil sabır etmeyi de biliriz de.

Gene de çocuksun işte, çabucak oluversin istiyorsun işte.

Bizi analarımız biraz tarlasına gitsin diye avuturlar, ekmeğin yenecek kıvama gelmesini böyle kandırarak bizi bekletirlerdi.

Biz de fırından çıkan taze ekmek neden tarlasına gitsin ki diye hiç merak edip akıl edip sorma gereği duymazdık.

Fırından çıkan ekmekler bir havluya sarılır bir süre tarlasına gitsin diye bekletilirdi.

Sonradan nedeni öğrendik ama olsun, güzel bir ritüeldi bence, bekledikçe o mis gibi ekmek kokusunu içine çektikçe daha çok karınımız acıkırdı

Artık dayanamaz hale gelmek üzere olduğumuz anlarda ekmek sarılı peşkirlerin içinden çıkar sofraya konurdu.

İşte o anı size anlatamam, bunu yaşamanız gerekiyor.

Hani dedim ya ekmeğin bir eksiği kalırdı diye, işte o eksiğin tamamlanma anı gelirdi.

Neydi o biliyormusunuz?

Bakın şöyle anlatayım,

Taze kolaç yada ekmeğin içi açılır, sıcacık ekmeğin içine taze köy peyniri ile doldurulur sonra usulca kapatılır, ve üstten biraz iç içe geçsinler kaynaşsınlar diye bastırılırdı.

Hadi silin ağızının kenarından akan suyu becanım, yapmayın böyle e ha.

Siz köylü uşağısınız, şansılısınız.

Çıkın şimdi bahçeye, bir kaç sap taze yeşil soğan, bir iki taze mis gibi domates koparın bakalım oradan, hah şöyle be ya.

Yıkayın çeşmede bir güzel.

Hadi gidin şimdi içinde peyniriyle kaynaşmış kolacınızı alın elinize, küçük bir yudum ısırın bakem, çiğneyin bakem biraz, hadi şimdi biraz soğandan ısırın, biraz domatesten, oooh mis.

Acele etmeyin ey ehali boğulacaksınız yarın bayram becanım.

Oldu mu şimdi bu, bak ben size dedim çok yemeyin diye, daha köy baklavası vardı ama siz kaç kolaç yediniz de doymadınız ben anlamadım ki.

İşte şimdi anamın kolaçlarının içine ne koyduğunu öğrendiniz öyle değil mi?

Daha anlatacaklarım var ama , bana rahat yok ki.

Annem hadi uşağım dedi, bu çıkan kolaçlar soğumadan dağıtmaya başla bakalım.

Sen ilk tepsiyi dağıtamaya başladığında diğer tepsi de pişer sonra onları da alır dağıtırsın diyerek beni yolcu etmek için kapıya kadar uğurlamıştı bile.

Hem yürüyor hemde anamın talimatlarını dinleyerek çok dikkatli olmaya çalışıyordum.

İlk kez tek başıma kolaç dağıtmaya gönderiliyordum.

Görevimi kusursuz yapmam gerekiyordu.

Mahallenin en aşağısından, başından başla, hiç bir kapıyı boş geçme sakın, iyi bayramlar demeyi unutma, büyüklerinin ellerini öpmeyi unutma elindeki tepsiyi sıkı tut düşürme, kolaçların üstlerini açık bırakma, örtüyü kaybetme.

Ben yola çıkmışken arkamdan bu talimatları yağdırıyordu anam.

Her çaldığım kapıda çok iyi karşılanıyor , iltifatlar alıyor, anneme babama selamlar alıyordum, sadece bunlar mı elbette hayır.

Birde verdiğim kolacın yerine o evin kolacından bir tane alıyor öyle geze geze tüm evlerden ölmüşlerin ruhuna yapılan pişirilen kolaçlardan pesmetlerden bir tane bizim eve getiriyordum.

Saç kokutma geleneklerimiz her bayram istisnasız tekrar ediliyordu.

Çok güzel bir gelenek olarak hatırımda kalmış ve hiç unutmamıştım.

Bulgaristan Türkleri bayram ve özel günlerinde her zaman saç kokutarak, kapılarına kadar gelen ölmüşlerin ruhları sevindiriyor, atalarını ve ebedi dünyaya göçüp gidenlerini hiç ama hiç unutmuyordu.

Rahmetle anmak galiba böyle bir güzellikti.

Sadece bunlarla yenilmiyordu, evlerde kuran okunur dualar edilirdi,

Ama bu gelenekler biraz gizli saklı yapılanlar kısmıydı.

Bu hatıralarım benim en özel anılarım olarak hep yaşayacaklardı.

Bir zamanlar Bulgaristan Eski Cuma Muratlar köyünde ben daha çoçuk yaşlarımda iken ,yani günümüzden en az kırk yıl önce bu güzel geleneklerimiz yaşatılırken ben bunları hafızama kazımışım ki unutamıyorum.

Bayram sabahları erkekler bayram namazından sonra mezarlığa giderlerdi, anneler bayram sofrası hazırlardı, çocuklar yeni bayramlık urbalarını (kıyafet) giyer el öpmek için sıraya girerlerdi.

Erkekler eve döndüklerinde bayram hep birlikte yemek yemekle başlardı.

Her zaman önce evin gelini yada kızlarının tuttuğu ibrik ve leğenle eller yıkanır, peşkirle kurulanır öyle sofraya oturulurdu.

Ailenin tamamı bir arada olduğu için en büyük sofra kurulurdu,

Evin en büyüğü bizde dedem di.

Önce sofra duası edilirdi, sonra dedemin ”de buyurun” talimatıyla kaşıklarlar sofrada yarış ederdi.

Güzel günlerdi, hemde çok güzel günlerdi, para çok değerli değildi, insan iyi yürekli insan çok kıymetli ve değerliydi.

Her evde bayram parası yoktu, bazen ceviz, bazen meyve, bazen şeker, bazen para verilirdi.

Her çocuğun bir bayram torbacığı vardı. boyunlarında asılı durur, her kapıdan sonra doldukça dolardı.

Özellikle bu yıl bu Corona virüsü nedeniyle ilk kez evde kalarak bayram kutlayacağız.

Nedense bu günleri yazmak hatırlamak istedim nedense.

Dedim ya güzel günlerdi, anmadan edemezdim

Bu vesile ile tüm islam alemine iyi bayramlar diliyorum.

Geleneklerimizi kültürümüzü hiç bir zaman hafızanızdan çıkartmayın diyorum.

Ramazan bayramımız tekrar kutlu olsun.

Büyüklerimin ellerinden küçüklerimin gözlerinden öpüyorum.

Cevat ÇIRAK

23.05.2020

İstanbul



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yediler Ormanında Kayak

Yaşar Kemal Usta ile UBUNTU'YU konuştuk.

Naim Süleymanoğlu