Karıncanın Kerameti


Karıncanın Kerameti

Cemal bu sabah telaşla uyanmadı
Her sabah ki telaşından eser yoktu.
Kalktı çok sakin bir şekilde önce traşı gelmiş mi onu kontrol etti.
Bugün her şey mükemmel olmalı dedi içinden.
Özenle traş oldu, sonra duş aldı.
En güzel kıyafetlerini giydi.
Özel günler için sakladığı parfümünden sıktı.
Sonra saate baktı, saat her sabahki kalktığı saatten erkendi.
Evinin kapsını kapatırken bir şey unttum mu diye dönüp arkasına bakmadı.
Oysa her sabah evden çıkmadan önce her şeyi en az iki kez kontrol ederdi.
Cemal bugün sanki gidip de tekrar dönmeyecekmiş gibi haraket ediyordu.
Otobüs durağına vardığında yine saatine baktı, en az yarım saat erken gelmişim dedi.
Neyse ki aylardan hazirandı, beklemesinde bir sakınca yoktu.
Her zaman gazete okuyan Cemal bu sabah otobüs durağının direğine yaslanmış duruyordu.
Çok anlamsız bir duruştu bu, gözlerini bir boşluğa sabitleşmiş sanki donup kalmıştı.
Zamanın nasıl geçtiğini anlamadı Cemal. Otobüs geldi yolcular binince haraket edildi.
Otobüs tıklım tıklım doluydu, yolcular terle karışık her şey kokuyorlardı,
Hele o sarımsak kokusu yok mu, aç olan midelere zehir gibi geliyordu.
Her sabah bu kötü kokulardan rahatsız olan Cemal bu sabah oldukça sakin ve huzurluydu.
Kimseye laf etmiyor, içinden söylenmiyordu, tam tersi yüzü etrafa gülücükler saçıyordu.
Her sabah birlikte yolculuk ettiği arkadaşları bile bu duruma anlama verememişlerdi.
Kimse otobüste hayırdır Cemal deme cesaretini gösteremedi, sadece baka kaldılar.
Cemal olduğu yerden ara sıra gelinen durağı kontrol ediyordu.
Bir şey daha yapıyordu Cemal, belirli aralıklarla sağ cebine eline sokuyordu.
Belli ki cebinde önemli bir şey vardı, ama ne olduğunu kimse bilmiyordu.
Karaköy vapur iskelesi durağında otobüsten indi Cemal.
Oysa bu durak onun her sabah indiği durak değildi.
Cemal her sabah kapalı çarşı durağında iniyordu.
Arkadaşları Beyazıt durağında inmişlerdi ama meraktan çatlıyorlardı.
Cemal halletmem gerken bir işim var demişti sorduklarında.
Başki hiç bir bilgi yoktu arkadaşlarının elinde, bu yüzden merak ediyorlardı.
Bu durum hiç normal bir durum değildi, lakin kimseden bir tahmin çıkmıyordu.
Bu arada Cemal biletini almış adalar vapuruna binmişti.
Vapur Karaköy limanından haraket ettiğinde adeta düdüğüyle yeni doğan güneşi
selamlıyordu.
Adalar vapuru burnunu Haydarpaşa limanına doğru çevirdiğinde manzara muhteşemdi.
Sabah mahmurluğu ile yeni güne merhaba demeye kalkan Kız Kulesi karşılarındaydı.
Muhteşem manzara karşısında büyülenmemek imkansızdı,
birden martı sesleri vapurun motor sesini unutturmuştu, yolcuların keyfi yerindeydi.
Vapurdaki simitçinin keyfi daha çok yerindeydi. Herkes birer ikişer simit alıyor
martılarlarla paylaşıyordu.
Hatta bazı yolcular peş peşe ellerindeki simit parçalarını havaya atıyor martılar
yakalayanınca keyiften dört köşe oluyorlar, tekrar simitçi diye haykırıyorlardı.
Kız kulesi ne martılara kulak asıyor, nede yolcuların
martı doyurma yarışı ve telaşı ile ilgileniyordu.
Kız kulesine kendinden beklenen nazı ve ihtişamı sergilemekle meşguldu.
Güneş yükseldikçe kız kulesinin güzelliği vapurun yolcularını ihtişamı ile mest ediyordu.
Cemal içinden, evet dedi doğru seçim yaptım, olacaksa böyle güzel olmalı dedi.
Vapur artık İstanbul boğazından çıkmış karşı adalara doğru yol alıyordu.
Vapur denizin dalgaları ile boğuşurken Cemal kararını vermişti, Heybeli adasında inecekti.
Vapur Burgaz adadan başlayarak yolcusunu sırasıyla indirmeye başlamıştı.
Sıra Heybeli adaya geldiğinde Cemal anonsu duydu oturduğu yerden kalktı, ve yürüdü.
Heybeli ada hafta içi olduğundan ve çok erken saatler olduğundan olsa gerek sakindi.
Sokaklarda İstanbuldaki işlerine yetişmeye çalışan çalışanlar dışında pek kimse yoktu.
Esnaf yeni güne hazırlanıyor, güzel yaz havasının etkisiyle bazıları keyifle ıslık çalışıyordu
Cemal İstanbulda başka yeşil orman olan bir yer bilmiyordu. Ama bu adayı da çok sevmişti.
Yıllar önce bir arkadaşının ısrarı ile Heybeli adaya gelmiş görmüş ve çok beğenmişti
O yüzden burayı seçmişti. Tekrar sağ elini sağ cebimine soktu, cebini kontrol etti.
Evet hala yerindeydi, duruyordu, rahatladı ve yürümeye devam etti.
Yolu takip ederek Heybeli adanın istanbulu geniş açı ile gören burnuna geldi.
Şöyle bir etrafına bakındı, en doğru yeri seçmeliydi, biraz daha yukarılara yürüdü.
Evet dedi bu iki ağacın altı hem çok gölge değil, hemde çok güneş görmüyor dedi
Cemal ne sıcağı çok severdi ne de çok serin havayı, ılık olmalıydı oturacağı yer.
Önce yere gelişigüzel bırakıverdi kendi, çimenler daha tam olarak kurumamıştı,
ama çok kulak asmadı, pantalonuma zaten bundan sonra çok ihtiyaç olmayacak dedi içinden
Biraz uzanayım dedi hemen sonra ayakkabılarını da çıkartacaktı.
Sırt üstü olarak koca gövdesini çimenlere teslim ediverdi Ceamal
Uzandığı yerden güneş hafifçe onu rahatsız ediyordu ama olsundu, keyfini çıkartayım dedi.
İki elini başının altına yastık yaptı. En sevdiği haraketlerden biriydi bu sır üstü pozisyonu
Sonra gözlerini hafifçe kapadı, bir kaç dakika kafasını dinlemek istedi.
Ama evdeki hesap çarşıya uymadı.
Gözlerini kapar kapamaz aklına köyü geldi.
Yemyeşil suyu bol köyündeki anıları canlandı.
Cemal Deliormanlıydı, köyü de Razgrad iline bağlı 250 haneli bir dağ köyüydü.
Köyünün ortasından dere geçerdi. Birden derenin gürül gürül akan suyunun
sesi kulaklarını çınlattı. Yattığı yerden yüzü gülümsedi.
Köyünü çok özlemişti. burnunda tütüyordu yemyeşil köyü,
Sekiz yıl olmuştu köyünden ayrılalı, hiç kolay değildi, ama mecburdu Cemal hasret çekmeye
Sekiz yıl önce büyük bir karton kutuda bir tırın dorsesinde
Bulgaristan sınırından kaçak olarak Türkiyeye kaçmıştı Cemal,
Kaçarken de yanında üstündeki pantalon ve tişörtten başka üç kuruş parası ile kaçmıştı.
O gün bugün gurbetteydi Cemal, acıyı bal eylemiş, özlemini törpülemek için,
sevdiklerini hatırlamamak için deli gibi çalışmıştı ama nafileydi, insan memleketini,
sevdiklerini ata yurdunu özlüyordu, fakat kader sabır diyordu, sabır.
Cemal güneş yükselince güneşten korunmak için sol tarafına döndü,
gözleri açıkken sağ cebi geldi aklına, ve sağ elini cebine sokarak cebindekini kontrol etti.
Sol tarafına döndüğü sırada hemen göz hizasında bir yeni yakılmış fakat söndürülmüş bir
sigara izmariti gördü Cemal.
Ne acelesi varsa sahibinin yazık olmuş sigaraya dedi içinden.
Sonra deniz dalgalarının sesini duydu.
Biraz ileride dalgalar adanın kıyısındaki taşları dövüyordu.
Hayat kaldığı yerden devam ediyordu, her şey yolundaymış gibi devam ediyordu.
Cemal tekrar başını çimenlere yasladı ama bu sefer sola dönük olarak tekrar uzandı.
Gözlerini yine kapadı, on dakika da olsa biraz uyumak kestirmek istedi.
Ama nafile bir uğraştı bu istek.
Pamuk elli anacığı geldi gözünün önüne, Cemalinin gergin yüzünü şefkatli parmakları ile
boydan boya okşadı, yüsünde dokunmadık yer kalmamıştı, sanki içine bir huzur serpilmişti.
Ah anacığım dedi Cemal içinden, bir bilsen nasıl özledim, bir bilsen kokuna nasıl hasretim.
Hafifçe gözlerinin nemlendiğini hissediyordu Cemal ama olsundu.
Bu hissi bile yaşamak müthişti. Anam dedi içinden bir bilsem neler çekiyorum,
bir bilsen bu sekiz yıla neler neler sığıdırdım. Ağlıyordu Cemal hemde hıçkırarak
yüreğine taş basarak ağlıyordu. Çok birikmişti, hep içine atmıştı Cemal, hiç kolay değildi.
Annesi bir Balkan Türkü deli orman anasıydı. Şalvarını hiç çıkartmayan, çok çalışkan,
sabırlı, fedakar bir kadındı Sevdiye anne.
Cemal coşmuştu bir kere, özledikleri peş peşe sıra gözetmeksizin aklına geliyordu.
Sevdiye anacığı bir dızmana böreği yapsaydı şimdi, yanına da bir tabak ağda (pekmez)
olaydı, Cemal kimseye bırakmadan, kimseyi düşünmeden bir tepsi böreği tek başına yerdi.
Hele anasının yaptığı kıvırma börekleri çevre köylerde bile bilinirdi.
Cemal artık dayanamıyordu, hasretlik, özlem, dolmuş taşmaya başlamıştı.
Daha fazla anasını ve yemeklerini düşünmemek için aniden kapalı gözlerini açıverdi.
Karşısında yine o sigara izmariti bıraktığı yerde duruyordu, pek kulak asmak istemedi.
Tam biraz da sağıma döneyim bakalım dedi ama dönemedi,
Önündeki sigara izmaritinin arkasında kıpırdayan bir şey gördü.
Hafifçe kafasını yattığı yerden kaldırdı, hareket eden şeyin ne olduğunu anlamak istedi.
Önce bir ekmek kırıntısı gördü, kıpır kıpır bir yükseliyor bir iniyordu, ama bir türlü
sigara izmaritinin Cemale doğru olan tarafına geçemiyordu ekmek kırıntısı.
Karıncayı gördükten sonra anladı Cemal durumu, tam da tahmin ettiği gibiydi.
Küçük bir tek karınca, bir yerden ekmek kırıntısı bulmuş evine götürmeye çalışıyordu.
Ama sigara izmariti beri tarafına geçmesine izin vermiyordu.
Karınca sürekli deniyor, ama tam geçti geçecek derken ekmek kırıntısı zirvedeyken
pat diye geri düşüyordu.
Cemal içinden hiç kolay değil dedi, ekmek arslanın ağızında, çabalamadan olmuyor dedi.
Bu sırada karınca bilmem kaçıncı defa aynı ekmeğini izmaritin üstünden geçirebilmek için
denemeler yapıyordu, ama her seferinde başarısız olmasına rağmen ısrarla devam ediyordu.
Cemal karıncaya dönerek ekmek kolay kazanılmıyor diyerek sağ tarafına dönmeye karar verdi.
Döner dönmez önce sağ cebini yine kontrol etti, ve usulca tekrar çimenlere serildi.
Yüzü terden parlıyordu, hava epey ısınmıştı.
Cemal gerçekten biraz uyumak istedi, ve gözlerini kapatmadan önce tişörtüyle biraz terini
kuruladı ve göz yaşını sildi.
Ağlamaktan şişen gözlerin normale dönmesi için biraz zamana ve
dinlenmeye ihtiyacı vardı. Cemal gözlerini kapatarak usulca uykuya dalmak istedi.
Ama yine başaramadı.
Bugün on dakika dahi olsa Cemale uyumak haram edilmişti sanki.
Gözlerini kapatır kapatmaz bu sefer kumral saçlı, mavi gözlü Zeynebi geldi aklına.
Aslında aklında değilde sanki karşısında dizlerinin üstüne çömelmiş de Cemal’ine sevgi dolu
gözlerle bakıyordu.
Zeynep çok güzel bir kızdı, Gerlovo vadisindeki köylerden birinde doğmuş tatlı dilli bir Türk
kızıydı. Çok güzel bir sesi vardı, o nedenle türkü deyince akla her yerde her zaman Zeynep
gelirdi. Rodop dağlarını bre Pakizem türküsünü ondan güzel okuyan yoktu.
Sırf bu yüzden Cemal ona söz vermişti , yaz tatili gelince bir yolunu bulup Zeynebini Rodop
dağlarına gezmeye o muhteşem güzelliği görmeye götürecekti.
Cemal sözünde durmuş ve Zeynebi ile koca balkanı aşarak Rodop dağlarını üç gün üç gece
gezmişlerdi. Zeynebin Cemal’ine olan sevdası Rodop dağlarını gördükten sonra üç kat
artmıştı.
Rodop dağlarının güzelliğini bilmeyenler görmeyenler ilk kez gördükleri
güzellikler karşısında adeta küçük dillerini yutarlar derlerdi.
Görmeyen kaldıysa hala geç değil görmenizi şiddetle tavsiye ederim.
Rodop dağlarının %83 Bulgaristan %17 Yunanistan topraklarındadır.
Pirin, Filibe Kırcaali, Mestanlı şehirleri Rodop dağları içerisinde yer alır .
Mayıstan sonra giderseniz yeşilin bu dünyada kaç tonu varsa hepsi ayrı bir güzellikte görmek
size de nasip olur.
Suyu, doğası havası nasıl anlatsam bilemiyorum ki.
Sadece şunu söyleyebilirim size bu dağlarda yaşayan insanların ömrü dünyadaki en uzun
yaşayan insanlar sınıfındadır.
Ben demiyorum bilim adamları tespit etmiş ve tüm dünyaya örnek göstermişler.
Zeyneple Cemal Rodop dağlarındaki üç günlük gezinin ertesinde evlenmeye karar vermişler
fakat her şey usulünce olmalıymış Zeynebin tek şartı buymuş Cemal de Türk örf adetlerine
ve geleneklerine göre olması konusunda çok hassas davranmış zaten.
Cemal Zeynebi ile kendi arasında söz kesmişler ama, bu yeterli olmazmış, Zeynep anne
babasına öyle söz vermiş zamanında, ikisi de o günü beklemeye koyulmuşlar ama kader
Cemali İstanbula sürükleyivermiş işte.
Cemal snaki bir rüyada gibi bu anılarını tazelerken , Zeynebi ile bir günlük Rusçuk gezisini de
hiç unutamıyor, o günü hep hatırlıyordu.
Rusçukta Tuna boyunda bir kafede otururlarken ilk kez Zeynebini öpmüş. Rusçuk gezisini
bu özel öpücük yüzünden çok özel bir gün olarak ilan etmişti.
O gün Zeynebine ait olduğunu kendisine söylemiş ve dile benden ne dilersen demişti.
Zeynep Camaline ben hiç Varna şehrini ve Karadenizi görmedim beni oraya götürsen çok
memun olurum demişti de Cemal nasıl sevinmişti.
Varnaya söz verdiğini hatırlayınca Cemal birden irkilerek yattığı yerden kalkıverdi.
Güneş iyice yükselmiş kızdırmaya başlamıştı, bu yüzden Cemal biraz terlemişti bile.
Cemal bir hışımla tekrar güneşin ters tarafına dönüverdi.
Döner dönmez aklına yine sağ cebinini kontrol etmek geldi, hemen elini cebine attı, rahatladı
Tekrar karıncayla sigara izmaritinin savaşına ilişti gözü
Cemal bu mücadelede karıncadan yana taraf olmuştu. Karınca saatlerce ekmeğinin peşine
düşmüş ve onu yuvasına götürmek için saatlerce bıkmadan usanmadan savaş veriyordu.
Cemal karanıcanın sigara izmariti ile mücadelesini izlemeye başlamıştı.
İçinden karıncaya sigaranın etrafından dolansan aslında ne iyi olacak diye geçiriyordu. Ama
sonra kendisine kızıyordu, karınca da o kadar akıl olsa zaten bunu çoktan yapardı diyordu.
İzlemeye devam ederken bir şeyi fark etti Cemal!
Sigara üzerindeki ekmek kaya kaya izmaritin kenarına kadar gelmişti. Cemal olacak bu iş
karınca ha gayret dedi içinden. Karınca da sanki Cemali duymuş gibi davrandı saatlerce
uğraştığı ekmeğini sigara izmaritinin üzerinden geçirememişti ama gayretleri sonuç vermiş
sigaranın etrafından dolanarak ekmeğini omuzlamış olarak zaferle yoluna devam ediyordu.
Cemal çok sevindi bu duruma, nasıl mutlu oldu, ayağa kalktı ayakkabılarını tekrar giydi ve
sevinçten sağ sola zıplamaya başlamıştı.
Sonra tekrar aklına sağ cebi geldi tekrar durdu elini cebine attı, her şey yolunda değil dedi bu
sefer.
Hayır dedi, hayır ben ne yapıyorum böyle, kızgınlığı yeniden yaşama sevincine dönüşmeye mi başlamıştı ne!
Evet dedi kendi kendine Cemal Mücadele etmelisin, pes etmek yok dedi.
Küçük bir karınca Cemalin umutlarını yeniden ateşlemişti.
Silkelendi Cemal kendine geldi, of dedi ben ne yapıyorum böyle.
Babası geldi aklına, daha doğrusu babasının nasihatleri bir bir geçiyordu gözünün önünden
Bizde taş üstüne taş koymak var oğlum, olanı satmak yok. Biz çocuklarımızın geleceği için
hep böyle çalışır biriktiririz. Gün gelir düşeriz bunda ayıplanacak bir şey yok.
Önemli olan düştüğün yerden kalmasını bilmektir.
Babasının nasihatleri bir bir zihninden akıp gidiyordu.
Sonra Cemal Zeynebine verdiği Varna sözünü hatırladı, yine tüh be sen ne yapıyordun böyle
dedi, ve kendine kızdı.
Bambaşka bir Cemal vardı artık karşımızda.
Ümitsizlik gitmiş yerine yeni ufuklar açılmıştı.
Cemal etrafına bakında bir şey arıyordu, ve yolun kenarına doğru yürümeye başladı.
Çöp kovasına yaklaşınca sağ cebindeki mektubu çıkarttı hızlı bir şekilde onu parçalara böldü
ve çöpe kovasına atarak karıncanın mücadele ettiği sigara izmaritinin yanında geldi.
Artık zaman çok değerliydi,
Hiç vaki kaybetmeden dizlerinin üzerine çöktü, sonra gözleri saatlerce mücadele etmiş ve
zafer kazanmış karıncayı aradı ama bulamadı.
Karınca çoktan ekmeğini ile yuvasına ulaşmıştı.
Öyle pişman olmuş bir hali vardı ki sığınacak tek bir yer vardı artık .
Ellerini açtı dua etmeye başladı Cemal;
Allahım beni affet
Her zaman bağışlayan yüce rabbim bu karıncayı bana sen gönderdin,
Senden af diliyorum, sana sığınıyorum diye yalvarıyor ve göz yaşlarına hakim olamıyordu.
Sabaha erkenden kalkıp Heybeli adaya intihar etmeye gelen Cemal küçük bir karıncanın
yardımı ve yol göstermesi ile yeniden hayata tutunmaya karar vermişti.
Karıncanın kerameti Cemali kurtarmış hayata döndürmüştü.
Allahım ben zaten bir pantalon ve tişörtle anavatanıma kaçmıştım, sekiz yıl gece gündüz
çalışarak kazandıklarımı kaybettim diye intihar etmeye karar vermişim, ucunda ölüm yok ya
tekrar çalışır kazanırım ne olur beni affet.
Dua ettikçe hafifleyen Cemal rahatlamış ve anne annesinden öğrendiği ilk duayı tekrar etmeye başlamıştı. Önce Arapçasını sonra Türkçesini okuyor, okudukça rahatlıyordu Cemal.
Bismillahirrahmanirrahim
Rabbi Yessir ve la tüasir
Sehlil Aleyna bi fadlike ye müyessir
Rabbi zidne ilmen ve fehmen nafian
Ve temmim bil hayri
Allah’ım senin sonsuz merhametin ve yardımın olmadan ben bu işi yapamam. Allah’ım
bütün hayırlı işlerimi zorlaştırma, kolaylaştır, ilmimi artırarak yaptığım işleri bana ve
çevreme faydalı kıl, ve işlerimi en hayırlı şekilde sonuçlandır.
Dua ettikçe ve karıncadan aldığı ders aklına geldikçe Cemal ümitlerini yenilemiş olarak bir
süre sonra sakinleşmişti.
Çantasında getirdiği halatlar ve ipleri de kendisinden utanarak ve sıkılarak intihar
mektubunu yırtıp attığı çöp kovasına poşetle birlikte attı ve son yükünden de kurtulmuş oldu.
Zaman epey ilerlemişti. Cemal tekrar geldiği istikamete doğru emin adımlarla yürümeye
başladı.
İstanbula gidecek vapur iskeleye yanaşmak üzereydi.
Cemal yetişebilmek için adımlarını sıklaştırdı.
Vapuru kaçırmak ve bir saat daha adada zaman kaybetmek istemiyordu.
Kafasında dükkanını kurtarmak için yeni planlar yapmaya başlamıştı.
İstanbula döner dönmez hemen Beyazıttaki yol geçen hana gidecek bu mesleği öğreten ve sevdirten Artin Ustasına durumu anlatacak ve yol göstermesini yardım etmesini isteyecekti.
Heybeliada her zamanki sükunetle akşama hazırlanırken Cemal yeni heyecanlara yelken
açmaya hazır hissediyordu kendisini.
Cevat ÇIRAK
14.01.2020
Not: Hikaye ikinci bölümle devam edecektir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yediler Ormanında Kayak

Yaşar Kemal Usta ile UBUNTU'YU konuştuk.

Naim Süleymanoğlu