İhtilal

                                                 İHTİLAL



ihtilal



Mutluluktan uyuyamadan sabaha çıkmıştım.  Biraz korkmuş da olabilirim belki, çünkü daha 15 yaşımda bile değildim.  Yeni evimiz bitmiş , bende o gece evimizi beklemek için yeni  malikanemizde  konaklıyordum. Bitmiş diyorum ama alsında yarım yamalak bir evdi.  Kısaca size nasıl bir eve taşınmaya çalıştığımızı  dilim döndüğünce aktarmaya çalışayım. Yıl 1980  bir tarla düşünün , yol yok, su kanalizasyon yok, elektik telefon zaten hiç aklımıza bile gelmiyor.  Tarlanın ortasında tek katlı kabası bitmiş , sıvası yapılmış, fayans ve banyo mutfak henüz yok, daha sonra yapılacak, yerler bildiğimiz şap atılmış vaziyette, parke falan  hayal bile edemiyoruz, o kadar uzağındayız yani medeniyetin..  Ama olsun 1978 yılında göç ettiğimiz Türkiyede 2 yıl sonra varımızı yoğumuzu, ne varsa satarak, başımızı sokacak bir evimiz olmuştu.  Pencerelerimiz, marangoza verecek paramız olmadığından dolayı, babamla birlikte muhacir sandıklarından arta kalan tahta ve öte berilerle doğrama görünümlü, cam yerine battaniyeler ile veya naylonlar ile oluşturulmuş çamlarımız vardı. İçeriye toz girmeyecekti ya şimdilik havalar iyi gidiyordu bir kaç aya varmaz kazandıklarımızla  yaptıracaktık. Zamanla evimiz dediğimiz yapı apartmana dönüşecekti lakin şu an apartmanın ana giriş kapısında yine babamla birlikte sanatımızı konuşturarak tahtadan bir kapı ile yetinmiştik. Bu arada daire giriş kapısı olmadığından yerine eski bir battaniye asılıydı.  Buna rağmen ben çok mutluydum, kısa sürede bunları yapabildiysek 2 yıl sonra biz ailecek daha iyi şartları oluşturabilir, hayallerimizin peşinde koşmaya devam edebilirdik. Yinede bizim arsamımız olduğu yer Cebeci Mahallesi ve ya İkinci Cebeci Mahallesinden daha iyi bir konumdaydı. Bahçemiz bile vardı artık, evimizin önünde 3 metre  derinliğinde  binanın eni boyutlarında küçük bir sebze yetiştirebileceğimiz bir saklı cennetimiz olmuştu.  Ortamı kafanızda tam olarak oturtabilmek için size biraz daha detay vereyim. Evimizin olduğu semt 1980 yıllarındaki tarifi ile Sultançiftliği mevkiinin cami durağında indikten sonra 5 dakika yürüme mesafesinde bir tarla içi idi.  Öyle mahalle, sokak , bina numarası gibi medeniyet gereği  unsurlardan çok uzak,  aslında tarımdan vazgeçilmiş bir alandı, tarlaydı. İçme suyu için 2 km ileride bulunan çeşmeye gidilir, kullanımlık su ise evimizin arka bahçesine açtığımız bugünde hala kullandığımız, ilk zamanlar kovayla su çektiğimiz bugün ise tulumba ile suya kolay ulaştığımız  bir kaynak su kuyusu açmıştık. Evimize ulaşım kısaca şöyle idi, önce ayağımıza ayakkabılarımızı giyer üzerine de naylon poşet geçirir tarladan ana yola, yani, Eski Edirne Asfalatına ulaşırdık, sonra ayağamızdan naylon poşetleri çıkartırdık, ama atmazdık. Akşam dönüşte ihtiyacımız olacağından uygun bir taşın altında, yada bir ağacın  altına saklardık.  Diyorum ya size şu an yazarken bile içimin çız ettiği konuları düşünmemeye çalışır, hayallerimizi kirletmelerine izin  vermezdik.  Türkiyenin yokluk ve sıkıntılı  dönemlerden geçtiği bir tarihte adeta kendimizi yeniden ispat etme mücadelesine giriştiğimiz bir zaman dilimi ile kesişmişti. Biz ailecek canla başla çalışarak, bize göre şirin mi şirin, yuvayı, inşa edebilmiştik. Şükürler olsun demeyi de her zaman bildik, bunu bulamayanlar da vardı, kendimizi öyle teselli ediyorduk.  Eylül ayları genelde ılık ve güneşli geçer biliyorsunuz, bugün de öyle bir gündü,   babam ve  annem akşama son kontrolleri yaptıktan sonra kirada yaşadığımız bizim eve yaklaşık yedi bilemedin sekiz kilometre ötede bulunan evimize dönecekler , ve taşınmak için hazırlıkları tamamlayıp  ertesi gün eşyalarımızı kendi evimize taşıyacaklardı. Artık kira vermeyecektik, o parayla, evimizin yarım olan eksiklerini tamamlayacaktık. Bende bu geceyi kendi evimizde bekçilik yaparak sabahlayacaktım.  Sabaha kadar elektriği suyu olmayan evimizde, hiç gözümü kırpamadım  sabahın ilk ışıklarını karşıladım. Naylon pencereden gözümü rahatsız etmeye başlayan güneşin keyfi yerindeydi, ama sanki bana bir mesaj da vermeye çalışıyor gibiydi, sürekli beni sıcak ve keskin ışınları ile taciz ediyor bir an önce kalkmamı istiyordu. Sürekli  beni huzursuz etmeye devam ediyordu, ben ise kalkmamak için direniyordum çünkü sabaha kadar,  hadi itiraf ediyorum,  koktuğum için uyuyamamıştım aslında. Dünyanın aydın yüzü ile karanlık yüzü yer değiştirince ben kendimi daha güvende hissetmeme rağmen bu güneşin beni rahatsız etmesi yetmiyormuş gibi daire kapısı görevini üstelen eski battaniye de içeride oluşan cereyan nedeniyle sallanmaya başlamış, buda benim huzursuz etmişti.  Yer yatağındayım zaten, ve kaçmam kolay olsun diye kıyafetlerimle yatmışım, tehlike anında kaçabilmek için. Kolay değil, 15 yaşına merdiven dayamış, henüz ülkeye yabancı bir çocuğun  hayat mücadelesi. İklim başka, kültür başka, zaten toplumun bir kısmı tarafından dışlanmışsınız, dertler yetmiyormuş gibi bir de Türklüğün sorgulanıyor, kafalar karışık yani. Daha fazla karşı koymak direnmek istemedim, kalktım, şöyle bir gerindim. Sonra sözde banyoda, dünden hazırlık yaparak doldurduğum su bidonlarından birinden bardakla su alarak yüzümü yıkadım. İçimden uzun sürmez, anne babamlar yakında gelirler eşyalarımızı yerleştirince, şu anda eve benzemeyen bu soğuk mekan, sıcak bir yuvaya dönüşecek diye hayal ederken bir düdük sesi duydum.  Düdük sesi  sürekli yakınlaşıyordu, birileri kendi aralından yüksek sesle ve kısa mesajlar ile konuşuyor,  mütemadiyen bir tanesi bir kaç nefes düdük çalışıyordu. Hızla ve biraz da endişeyle evimizin tahta kapısından fırlayarak  sokak yok ama, sokağa yani ovaya, meraya fırladım. Evimizin etrafından askerler dolaşıyor, belirli aralıklara yapılmış bir kaç evin etrafından dolanıyorlardı. Ne olduğunu anlamadan bizim evin önündeki asker; Sen kimsin ? Burda Ne işin var? Anne Babam evdemi gibi bir kaç soruyu peş peşe sıralayınca ben ne diyeceğimi bilemedim , ağlamaya başladım. Neden sonra asker benim korktuğumu ve zararsız olduğumu anlamış olmalı ki korma biz askeriz, sizin güvenliğiniz için buradayız deyince rahatlamış gibi davranarak durumu kendisine dilim döndüğünce biraz İstanbul biraz bizim deli orman lehçesiyle dilim döndüğünce izah etmeyi başardım.  İhtilal oldu bugün sakın evde dışarı çıkma, dışarısı tehlikeli olur, dikkat et dedi asker abi. Beni aldı yine bir telaş İhtilal ne demek, neden askerler dışarıda, ve bizden ne sitiyorlar, kafam iyice karıştı. Benim geldiğim ülkede hiç ihtilal olmamıştı yada benim kısacık ömrüme denk gelmemişti. İhtilal olunca ne olur onu dahi bilmiyordum, nasıl davranacağımı şaşırmıştım. Yoksa aileme birşey mi olmuştu, anneme babama kardeşime birileri birşey mi yapmıştı. Ben şimdi ne yapardım, kime danışır kime gider sığınırdım. Kafamda deli karışık sorular, gözüm yollarda, karnım acıktı ama bakkala gidemiyorum. Perişan bir vaziyette sürekli saati tahmin ederek ailemin yolunu gözlüyordum, ama vakit epey ilerlemesine rağmen ne gelen var ne giden. Ben içerde asker dışarda bekliyoruz. Benim umutlar tükendi tükenecek , ramak kaldı  isyan etmeye derken, asker abiler bana da yemek verdiler. Zaman öyle akıp gitmiş ki nasıl acıktıysam  peynirli ve yeşil soğanlı içinde bir dilim de yumurda olan sandviçi çiğnemden yuttum diyebilirim.  Ayranı da içince korkularım biraz hafifledi. Karnım doyunca ailemin yokluğu  daha bir ağır geldi, akşam olmak üzereydi, evde ve etrafta  elektrik zaten yoktu, sardı yine beni bir telaş ve karanlık korkusu. Evin içerisinde sadece bir yatak var , ne bir sandalye ne bir masa koltuk,  hapishanede gibiyim, evin içerisinde sürekli volta atıyorum.  Umutlar tükenmek üzere, hayır hayır samimi olayım, tükendi de eşref saatimi bekliyorum, bakalım ne zaman zırlamaya başlayacağım. Dışarıdaki askeri izlerken  askerin el kol işaretlerini fark edince dedim bir şeyler oluyor ama ne? Asker abi hadi dedi gözün aydın ailene kavuştun. Hemen dışarıya fırladım. Birde ne göreyim karşımda küçük bir kamyonet anne babam kardeşim ön koltukta, tarlanın içerisinden bizim eve doğru geliyorlar. Gözlerim ailemin  gözlerine değince, içimdeki beni bitiren  korku ve  telaşın  yerine sıcacık mis gibi bir huzur,  sımsıcak sevgi  nağmeleri aldı. Sevdiklerim canlarım gelmişti, kavuşmuştuk yeniden. Anne babam beni görünce sanırım rahatlamam için yüzlerindeki  maskeyi  gülümseyen bir yüz ile değiştirdiler, ben ise havalara fırladım sevinçten.
Biz ailecek kavuşmuşken, askerler içtima için toplanmış sıraya gimiş hazır ola geçmişlerdi. Hayat kaldığı yerden bize kulak asmadan devam ediyordu.
Cevat ÇIRAK
26.01.2018
cevatcirak@hotmail.com

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yediler Ormanında Kayak

Yaşar Kemal Usta ile UBUNTU'YU konuştuk.

Naim Süleymanoğlu