Kayıtlar

Çoğarafya Kaderdir!

Resim
                                   Coğrafya kaderdir ! Tarih 03. Haziran 2018 Bulgaristan Muratlar Köyü Fotoğraf : Cevat ÇIRAK Küçük Oğlu 24 yıl bu evde yaşadı hayaller kurdu Büyük Oğlu 26 yıl yaşadı hayaller kurdu Babaları 50 yıldan fazla bu evde yaşadı yuva kurdu Dede yadigarı bu evde mutluluklar güzellikler yaşandı Kırk yıl önce bu evin ön odası köy odası olarak kullanıldı Köy odası bir dönem berber dükkanı olarak hizmet verdi Mutlu kardeşçe yaşanan hayatlar birden bire bir gecede yıkılıverdi 1989 Yılında Bulgaristan Türklerinin isim değiştirme süreci yaşandı Hiçbir günahı olmayan bu çalışkan Türkler, yurtlarını terketmek zorunda kaldı Ateşten gömlek giyen yüzbinlerce Türk yollara koyuldu Özyurtlarından koparılan insanlar anavatan Türkiye yolunda sınıra  yığıldı. Hiç kolay olmadı, yeniden sıfırdan bir düzen içinde hayatla mücadele başladı Yaşamayan ne bilsin, acılar sıkıntılar ağır gelmiyordu yaşanması gerekiyordu Hayaller, özlemler, hasretlik, çocukluğumuz, to

Köyde Kurbağa Yarışları

Resim
                                            Köyde Kurbağa Yarışları O gün günlerden hangi gündü derseniz hatırlayamadım. Hava sımsıcaktı, doğa canlanmaya başlamış, bahçelerimizdeki ağaçlar çiçeklerini açmış, hatta bazıları, çiçeklerini dökmeye başlamış, meyvelerini küçük şımarık sevimli bir kedi yavrusu gibi sevgi ile büyütmeye başlamışlardı bile. Tusuz Çeşme (Buzluca Çeşmesi) ile Tepelilerin demir işliği olan Hasan dayımın evlerinin önündeki polananın (meranın ) otları büyümüş hatta bir karışı çoktan geçmişti. Biz aşağı mahalle uşakları bu merada en çok çelik çomak oynamayı severdik. Ne oyundu ama, kafamız dahil çürümedik, ezilmedik morarmadık yerimiz kalmazdı, ama biz hiç şikayetçi değildik. İşte ben bu meranın üzerindeki çimlere uzanınca sanki purjinalı (yaylı) yatakta yatar gibi hissederdim. Mustafa Kocababamın (dedemin) evi de benim güneşlendiğim meranın batısında yer almaktaydı. Çok yakındı kocabamın (dedemin) evi aslında, ama sayalar tarafından gelen bir dere polana (mera
Resim
                                          Bizim Köyde İlk Bahar Nevruz ateşleri sokaklarda geceyi aydınlatlatmaya başlayınca, kış uykusundan uyandığımızın farkına varırım. Günler uzamaya başlar, gündüz ile gece arasındna bir nöbet değişimi olur. Uzun geceler gider yerine sımsıcak taze misler gibi kokan uzun yaz devralır nöbeti. Her mevsim güzeldir de, yazın müjdecisi ilk bahar yeni heyecanların ilk sancıları gibidir. Bir başkadır yani. Babamın kıştan sipariş ettiği tohumlar paketlerinden çıkar, özenle seçilmiş toprakla buluşur. üzerleri üşümesinler der gibi hafifçe örtülür, can suyu verilir. Kimse bilmez ama ben bilirim babamın sebze tohumlarını sevgiyle beslediğini, onlara dua ettiğini. Toprak dinlenmiş ve güçlenmiş uykusunu almış olarak yeniden uyanırken, sebze tohumları adeta yarış eder ilk ben toprağa kavuşacağım diye. Bir apartman dairesinin balkonunda atılır bu ilk adımlar. toprakla doldurulmuş görünen saksılar aslında artık gebedir. Önce anlam ver
Resim
  Kimi der ki kadın Uzun kış gecelerinde yatmak içindir. Kimi der ki kadın Yeşil bir harman yerinde Dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir. Kimi der ki ayalimdir, Boynumda taşıdığım vebalimdir. Kimi der ki hamur yoğuran. Kimi der ki çocuk doğuran. Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal. O benim kollarım, bacaklarım, başımdır. Yavrum, annem, karım, kızkardeşim, Hayat arkadaşımdır. Nazım Hikmet Ran
Var mıydı Yok muydu? Her zaman olduğu gibi, yine Çarşamba ve yine, Rusça dersi günüydü. Dersin Öğretmeni, Kocaman bir Rus kadın lakabıYorgova, kısa boylu, çok şişman ve yapılıydı. İri cüssesi ile sınıfa girer ağır adımlar atar, kendi kendine konuşarak, masaya adeta oturmaz komple istila ederdi. Elinde uzun sopası, gözlükler gözle burun arasında, usulca sınıfı kontrol ederdi. Köy Okulumuzdaki en şişman öğretmendi. Her zaman ciddi, bir o kadar titiz. Dersi dinlemeyeni, çalışmayanı hiç affetmez o meşhur sopasıyla kafasının ortasına vurarak cezalandırırdı. Kendisi Rusyadan ülkemize gelmişti. Bir dönem en iyi Rusça öğretmeni olarak bilinirdi. Ama biz öğrencilere kimse sormazdı, iyi mi kötü mü, seviyor sayıyor muyuz diye. Rusça dersinden çok başka bir ünü, marifeti ile tanınırdı aramızda. Kendisi komünist olduğu için, hep dinlerin olmadığından bahis eder, inanmayın, aldanmayın, sömürülmeyin, kendinize yazık etmeyin diye nasihat ederdi. Gel zaman git zaman okul
Resim
Bu Çocuklar Türk ve Müslüman Sıcak günler gelmişti. Pencerelerin hepsi açık olmasına rağmen sınıflarda ders gören biz öğrencileri içeriye giren güneş ışınları terletmeye, öğretmenleri de oflayıp puflatmaya başlayınca, anlardık, ders yılının sonuna gelinmekte olduğunu. Mayıs  ayları doğanın uykudan uyanıp  yeşermeye cıvıldamaya başladığı aylar olduğundan olsa gerek tüm diğer canlılar gibi, biz insancıklar da, şen şakrak bir ruh haliyle neşelenmeye ve yeniden canlanmaya hazır hale geliverirdik. Özellikle biz öğrenciler, hele hele başarılı olanlarımız, mesela, ben gibi sürekli bir yolunu bulup taktir getirmesini bilenler. Bilirdik son teneffüs zili çaldığında en az 3 ay süren tatiller aylarının başladığını. Bu yıl beşinci sınıfı taktir ve teşekkürle bitirmiştim. Belejnikte (karne)  bütün derslerim iki ders hariç hepsi pek iyi altı (altı en yüksek not) iş bilgisi dersim 5, müzik dersim 4  olarak gelmişti. Başarılı bir öğrenci olarak teşekkür almama rağmen, babam bu durum
Resim
Şu Bulgar’lara Bak… Hazırlıklarımız tamamlanmıştı Anavatan yolları bizi bekliyordu Yıllardır hayalini kurduğumuz Adı anıldığında kalbimizin pırpır ettiği Türkiye’mize kavuşacağımız saatler yakındı. Tren sınırdan geçerken büyük ve kalın bir kitabın sahifeleri adeta kapanıyor, 500 yıllık bir tarih mazi oluyordu. Osmanlı kuzey akıncıları olan bizlerin ataları, dedeleri, 1354 yılında Çanakkale Gelibolu Üzerinden girdiğimiz Balkanlara 1978 yılının Eylül Ayının 18 günü veda ediyorduk. Sultan 1 Murad Döneminde Edirnenin fethedilmesinden sonra Osmanlının Başkenti olan Edirne şehrine heyecanlı bir yolculuktan sonra nihayet ulaşmıştık. Serhat şehir Edirne’de 1 gün devlet misafirhanesinde misafir edildik. Çoçuktum, 13 yaşındaydım, masal gibi günlerden geçiyordum. Hayatımıda ilk kez bir tabak içerisinde bizlere yemek olarak sunulan küçük küçük yeşil küçük balık pullarına benzeyen, bir yemek verdiler, sonradan alıştık, adı mercimekmiş, soframızdan hiç ek