Kayıtlar

Resim
  Kimi der ki kadın Uzun kış gecelerinde yatmak içindir. Kimi der ki kadın Yeşil bir harman yerinde Dokuz zilli köçek gibi oynatmak içindir. Kimi der ki ayalimdir, Boynumda taşıdığım vebalimdir. Kimi der ki hamur yoğuran. Kimi der ki çocuk doğuran. Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne ayal, ne vebal. O benim kollarım, bacaklarım, başımdır. Yavrum, annem, karım, kızkardeşim, Hayat arkadaşımdır. Nazım Hikmet Ran
Var mıydı Yok muydu? Her zaman olduğu gibi, yine Çarşamba ve yine, Rusça dersi günüydü. Dersin Öğretmeni, Kocaman bir Rus kadın lakabıYorgova, kısa boylu, çok şişman ve yapılıydı. İri cüssesi ile sınıfa girer ağır adımlar atar, kendi kendine konuşarak, masaya adeta oturmaz komple istila ederdi. Elinde uzun sopası, gözlükler gözle burun arasında, usulca sınıfı kontrol ederdi. Köy Okulumuzdaki en şişman öğretmendi. Her zaman ciddi, bir o kadar titiz. Dersi dinlemeyeni, çalışmayanı hiç affetmez o meşhur sopasıyla kafasının ortasına vurarak cezalandırırdı. Kendisi Rusyadan ülkemize gelmişti. Bir dönem en iyi Rusça öğretmeni olarak bilinirdi. Ama biz öğrencilere kimse sormazdı, iyi mi kötü mü, seviyor sayıyor muyuz diye. Rusça dersinden çok başka bir ünü, marifeti ile tanınırdı aramızda. Kendisi komünist olduğu için, hep dinlerin olmadığından bahis eder, inanmayın, aldanmayın, sömürülmeyin, kendinize yazık etmeyin diye nasihat ederdi. Gel zaman git zaman okul
Resim
Bu Çocuklar Türk ve Müslüman Sıcak günler gelmişti. Pencerelerin hepsi açık olmasına rağmen sınıflarda ders gören biz öğrencileri içeriye giren güneş ışınları terletmeye, öğretmenleri de oflayıp puflatmaya başlayınca, anlardık, ders yılının sonuna gelinmekte olduğunu. Mayıs  ayları doğanın uykudan uyanıp  yeşermeye cıvıldamaya başladığı aylar olduğundan olsa gerek tüm diğer canlılar gibi, biz insancıklar da, şen şakrak bir ruh haliyle neşelenmeye ve yeniden canlanmaya hazır hale geliverirdik. Özellikle biz öğrenciler, hele hele başarılı olanlarımız, mesela, ben gibi sürekli bir yolunu bulup taktir getirmesini bilenler. Bilirdik son teneffüs zili çaldığında en az 3 ay süren tatiller aylarının başladığını. Bu yıl beşinci sınıfı taktir ve teşekkürle bitirmiştim. Belejnikte (karne)  bütün derslerim iki ders hariç hepsi pek iyi altı (altı en yüksek not) iş bilgisi dersim 5, müzik dersim 4  olarak gelmişti. Başarılı bir öğrenci olarak teşekkür almama rağmen, babam bu durum
Resim
Şu Bulgar’lara Bak… Hazırlıklarımız tamamlanmıştı Anavatan yolları bizi bekliyordu Yıllardır hayalini kurduğumuz Adı anıldığında kalbimizin pırpır ettiği Türkiye’mize kavuşacağımız saatler yakındı. Tren sınırdan geçerken büyük ve kalın bir kitabın sahifeleri adeta kapanıyor, 500 yıllık bir tarih mazi oluyordu. Osmanlı kuzey akıncıları olan bizlerin ataları, dedeleri, 1354 yılında Çanakkale Gelibolu Üzerinden girdiğimiz Balkanlara 1978 yılının Eylül Ayının 18 günü veda ediyorduk. Sultan 1 Murad Döneminde Edirnenin fethedilmesinden sonra Osmanlının Başkenti olan Edirne şehrine heyecanlı bir yolculuktan sonra nihayet ulaşmıştık. Serhat şehir Edirne’de 1 gün devlet misafirhanesinde misafir edildik. Çoçuktum, 13 yaşındaydım, masal gibi günlerden geçiyordum. Hayatımıda ilk kez bir tabak içerisinde bizlere yemek olarak sunulan küçük küçük yeşil küçük balık pullarına benzeyen, bir yemek verdiler, sonradan alıştık, adı mercimekmiş, soframızdan hiç ek

Bizim Köyün Halleri

Resim
Bizim Köyün Halleri  Sırt üstü yaslanır çimenlere güneş izin verdiği ölçüde, masmavi bulutların arasındaki nazlı bir serçe gibi süzülen geniş kanatlı uçağı izlerdim. Çocuktum o zamanlar, köylü bir çocuk, buzluca çeşmesinin hemen yanındaki polanada (merada). Pilot olmak gibi kocaman hayallerim vardı benim. Ligor aganın lahana bahçesinde, çalışan kadınların benim hayallerimden haberleri yoktu tabiği Brigadir (kooperatif yöneticisi) TKZS’NİN (Çiftçi kooperatifinin adı) balkançesi (motosikleti) ile gelir çalışan kadınların normalarını (hedeflenen işlerini ) kontrol eder, iyi de olsa kötü de olsa, laf sokup kendi kendine konuşa konuşa, çeker arkasına bakmadan giderdi. Muratlar (Buynovo) köyü Eski Cumaya bağlı (Targovishte), en büyük köylerinden biriydi. Sadece büyük olduğu için değil elbet sevilmesi, toprakları çok verimli bereketliydi. Yediler ormanın yanındaki tarlada pancar, Duvanlar’da tütün, Yurtlukta buğday, Kargalıkta ise kös

İlk Eğitim Günüm

Resim
Türkiye'de İlk Okul ve Eğitim Günüm Eski köy okulumun şu anki hali. Fotoğraf 1 Köydeki okulumun bugünkü hali. Eylül ayını severim, sadece benim doğum günüm olduğu için sevmiyorum elbet, ben pek doğum günlerini sevemem aslında. Eylülü sevmemin en önemli nedeni yağmurun toprakla buluşma anıdır. Öyle güzel bir koku yayılır etrafa, sanırsın doğum kokusudur. Boşuna dememiş şair yağmurla toprağın kavuştuğu an oluşan kokuyu insan sever diye , insan topraktan geldiğinden olsa gerek öteden beri sever bu naftalanja* kokusunu. Bana bu kokunun lezzetini rahmetli dedem öğretmişti. Köyümüzdeki evimizin bahçesinde sıcak yaz günlerinde her akşam akşam saat beşten sonra çeşmeye bağladığımız hortumla, evimizin önündeki domates, biber, salatalık ve karpuzları sulardık ikimiz. Dedem gözlerini kapar mis mis deyip, derin derin çıkan kokuyu içine çeker şükürler olsun derdi. Ben baştan 12 yaşında olmama rağmen dedemin bu garipsediğim haraketlerine bir anlam yükleyemezdim. Bana sabırla sende anla

İhtilal

Resim
                                                 İHTİLAL Mutluluktan uyuyamadan sabaha çıkmıştım.  Biraz korkmuş da olabilirim belki, çünkü daha 15 yaşımda bile değildim.  Yeni evimiz bitmiş , bende o gece evimizi beklemek için yeni  malikanemizde  konaklıyordum. Bitmiş diyorum ama alsında yarım yamalak bir evdi.  Kısaca size nasıl bir eve taşınmaya çalıştığımızı  dilim döndüğünce aktarmaya çalışayım. Yıl 1980  bir tarla düşünün , yol yok, su kanalizasyon yok, elektik telefon zaten hiç aklımıza bile gelmiyor.  Tarlanın ortasında tek katlı kabası bitmiş , sıvası yapılmış, fayans ve banyo mutfak henüz yok, daha sonra yapılacak, yerler bildiğimiz şap atılmış vaziyette, parke falan  hayal bile edemiyoruz, o kadar uzağındayız yani medeniyetin..  Ama olsun 1978 yılında göç ettiğimiz Türkiyede 2 yıl sonra varımızı yoğumuzu, ne varsa satarak, başımızı sokacak bir evimiz olmuştu.  Pencerelerimiz, marangoza verecek paramız olmadığından dolayı, babamla birlikte muhacir sandıklarından arta